Vedat SINMAZ... SARI SENDİKAM SARIIIII


Açıklama: Yıl 1341, daha nefsine uymamış ve eşkıya Ay'da hükümdarlık sürüyordu. Mehmet bir fabrika işçisiydi. Eşi ve iki çocuğuyla düşe kalka yaşam savaşı vermeye gayret ediyordu...
Kategori: Vedat SINMAZ
Eklenme Tarihi: 07 Ocak 2011
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 18:53
Site: Gazete Tiyatroterapi
URL: http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=132


     SARI SENDİKAM SARIIIII

Yıl 1341, daha nefsine uymamış ve eşkıya Ay’da hükümdarlık sürüyordu. Mehmet bir fabrika işçisiydi. Eşi ve iki çocuğuyla düşe kalka yaşam savaşı vermeye gayret ediyordu. Mehmet’in Nesrin adında gelinlik çağına ermiş bir kızı ve Metin adında üniversite öğrencisi olan bir oğlu vardı. Mehmet yemez içmez, varını yoğunu çocuklarının geleceğine harcayan bir yapıya sahipti. Ama hayat şartları o kadar acımasızdı ki, ne yapsa ne etse iki yakası bir araya gelmiyordu Mehmet’in.

 İki ay sonra Mehmet’in toplu sözleşmesi vardı. Nesrin’in evlilik çeyizi, Metin’in okul parası, odun kömür parası hep bu toplu sözleşmeden doğacak zam farkına bağlıydı. Aslında durum çokta umutsuz değildi. Sendika yöneticileri sık sık fabrikaya gelip, işçilerle toplantılar yapıyor, pembe tablolar çiziyorlardı. Ülkede yıllık enflasyon %65 civarındaydı. Önerilen zam tutarı %95 ti. Aradaki %30’luk reel kazanç hem Mehmet’e hem de diğer çalışanlara büyük bir soluk aldıracak düzeydeydi. Mehmet’e kendisine sunulan bu tabloyu evine yansıtıyor, Nesrin’in evlilik hazırlıkları olağanüstü hızla devam ediyordu. Çeyizler ütüleniyor danteller örülüyordu. Toplu sözleşme farkından gelecek olan zammın farkı tüm yorgunlukları unutturuyor, yüzlerden gülümseme eksik olmuyordu.

 …Derken günler günleri kovaladı ve sözleşme günü geldi çattı. İşveren temsilcileriyle sendika temsilcileri şehrin en büyük otel lobisinde oturdular. İşveren temsilcileri Nuh deyip peygamber demiyor, kendilerine önerilen teklifleri ciddiye bile almıyorlardı. Ama diğer konularda hiç zorluk çıkmamış bir çırpıda kabul edilmişti. Örneğin işçi başına iki kalıp sabun ve bir havlu her aybaşı düzenli olarak verilecekti. Ama sendikacılar itiraz ettiler. Ve sendika başkanı masaya yumruğunu vurarak:

-Beyler bizimle alay mı ediyorsunuz? ! Ne yapacak bu millet havlu ile sabunu? İşveren temsilcisi gayet pişkin bir tavırla:

-Bol bol yıkansınlar. Herkes temiz olsun. Hem temiz toplum hasreti çekmiyor muyuz?

Pazarlıklar gün boyu sürmüş bir sonuç alınamamıştı. Artık her iki tarafın temsilcileri de, şnitzel yiyip şarap içmekten bitkin duruma düşmüşlerdi ki; işveren temsilcisinin son bir önerisiyle sendikacıların gözleri parlamış, kişi başına aldıkları hatırı sayılır miktarda para yazılı çeklerinin ceplerine koymuşlar ve birer birer basmışlar imzaları sözleşme kağıdına. Ve gece boyunca da gün ağarıncaya kadar kutlamışlar bu sözleşmeyi ünlülerin katıldıkları barlarda…

 Ertesi sabah tüm işçiler fabrika bahçesinde toplanmışlar. Aileleri de fabrika kapısının hemen önündeki yerlerini almışlar. Bir kalabalık, bir kalabalık mahşer yeri gibi olmuş ortalık. Basın mensupları, kameralar hepsi objektiflerini konuşmanın yapılacağı kameraya yönlendirmişler.

 Önce işveren temsilcisi çıkmış kürsüye:

-Arkadaşlar! İçinde bulunduğumuz ekonomik krize rağmen, sendikanızın talepleri tarafımızdan onaylanmıştır. Hepimize hayırlı uğurlu olsun…

Alkış, Alkış, Alkış… Yıkılmış ortalık alkıştan. Kameralar alkışları kaydettikten hemen sonra limonatalarını içip pastalarını yemişler ve ortalıktan kaybolmuşlar.

 Sendika temsilcisi çıkmış sonra kürsüye… “Yaşaaa! , varolll! ,nurolll!” sesleri arasında güçlükle konuşmaya çalışıyordu. Davul zurna da susmaksızın çalıp, işçiler halay çekiyorlarmış bahçede aynı anda…

Konuşmuş da konuşmuş, temsilci… Hep anlatıyor, anlatıyor yaptıkları antlaşmayı yerlere göklere sığdıramıyor ama bir türlü rakamlara girmiyormuş. Sıkılmış artık işçiler. Davulcu, zurnacı da yorulmuş. Bir ara sormak gelmiş akıllarına kaç para alacaklardı bu sözleşmeden? Ve sormuşlar çekine çekine. Sendika temsilcisi:

-Evet, arkadaşlar, birinci yıl için %5, ikinci yıl için %3 zam aldık. Vatana millete hayırlı olsun.

Ortalık ölüm sessizliğine bürürmüş daha sonrada homurtular başlamış. İçlerinden biri kürsüye kadar yaklaşıp ”tuuu!” diye tükürmüş sendikacının yüzüne ve:

-Utanmadınız mı? Ben şimdi hamile eşime ne diyeceğim, doğacak çocuğuma nasıl bir gelecek sağlayacağım sorumsuz herifler!

Sendikacı sinirlenmiş yanağına gelen tükürüğü sildikten sonra ağzından köpükler saçarak başlamış konuşmaya:

-Asıl siz utanın. Bilmiyor musunuz bu gün doğan her doğan çocuğun ülkemize 6,5 milyon dolar borç yükü getirdiğini? Vatan hainleri! Diye sürdürmüş konuşmasını.

Mehmet’in boynu bükülmüş, hayalleri yıkılmış. Sanki başından aşağı bir kova kaynar su dökülmüş. Bir ara dışarıdaki ailesine doğru bakmış. Nesrin’i görmüş .Nesrin’in gözlerin süzülen iki damla gözyaşını izlemiş uzun uzun…

Sonra yine boynunu bükmüş ağır aksak adımlarla işinin başına dönmüş. Nesrinde gözyaşları yanaklarında süzüle süzüle boynu bükük bir vaziyette evlilik hayallerinin başka bir bahara kaldığını düşünerek evini yolunu tutmuş.

Ne diyeyim? Ağlayanlar değil ağlatanlar utansın…