Açıklama: Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti'' adlı kitabında yer alan anısı, okunup özümsenmeli...
Başarmaktan korkanlar, başaramamaktan korkanlar, mazeretlerle yaşayanlar, şikayet edenler, şikayet bile etmeyenler... harkes okumalı.
Kategori: Dostlarımdan...
Eklenme Tarihi: 02 Nisan 2012
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 11:35
Site: Gazete Tiyatroterapi
URL: http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=309
Talip APAYDIN'IN 1967 yılında
yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti''
adlı kitabında yer alan anısı, okunup özümsenmeli...
İşte öykü:
Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir
soğuktu... Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu.
Göz gözü görmüyordu dışarılarda. Sular donmuştu hep.
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz
kaç gündür doğru dürüsty anmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk,
ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu. Dersliklerimizde
pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere
kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın
olanlar gitti ancak. Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler.
Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende
bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Boz
urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel
gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu.
O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi
cebimizden çıkardık.
"Arkadaşlar !" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Önce
yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın muhakkak
yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi. Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz
üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde
birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden
ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
Bugün bayram, dedi. Şimdi
birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var: Ya tekrar içeri
girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle faydasız,
hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik
üşümek.
Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.
Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.
Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne
çıkmıştır... Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan
yaptığı işin gereğine inansın.
-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi. Çünkü
kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.
Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders
çalışabileceksiniz. Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.
Size şunu söylüyorum, bizim asıl
bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün
başlayacaktır. Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır.
Parolamız şu olmalıdır:
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için".
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.
Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık. Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru
bir koşuşma başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması
belki sadece savaşlarda görülür.. Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla
su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor.
Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları
fırlıyor. Bazı
yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağız belli
değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar,
bir bu yana. Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.
Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi
bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Böyle çalışmamıza
alışkınlar ama bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.
Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın
olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini
özlemişiz, aramızda kapışıyoruz. Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar.
Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor.
Söyleyerek getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük, sonra bir baktık,
okulumuzun balkonuna çakılı "Ç K E" yandı...( Çifteler Köyü Enstitüsü
).
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı.
"Yaşa var ol" seslerimiz ufukları kapattı.Dünyanın en içten gelen, en
coşkun bayramı oldu belki. Hiç
unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller,
diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var,
yaşasın."
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle
başarımızı tebrik etti. Her nokta koyuşta "sağool!" diye
bağırıyorduk..
O gün o kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde,uzun, derin bir
çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra
merasimle suyu saldık. Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek,
türküler marşlar
- Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.
Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. İşte gördünüz,
inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek,
biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!
- Yükselteceğiz!, diye bağırdık.
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik
ediyorduk
Unutulmaz bir bayramdı."
Sevgili Nilüfer, iletin için
teşekkürler… Ancak ben sonunu kendi tarzımla bağlayacağım
1947'de Marshall Yardımı almak için köy enstitüleri kapatıldı..
Eğer öykü ilginizi çekti ise köy enstitüleri niçin kapatıldığını araştırıp
bulun… Yok ilginizi çekmediyse ben anlatsam da zaten anlamı olmaz…
Sinan Akbaşak