Açıklama: Zülfü Livaneli'nin 31 07 2012 Tarihli GAZETEVATAN köşe yazısını paylaşmak istedik...
Kategori: Misafir yazarlar
Eklenme Tarihi: 31 Temmuz 2012
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 13:31
Site: Gazete Tiyatroterapi
URL: http://gazete.tiyatroterapi.com/haber_detay.asp?haberID=343
Önce müzik bozuldu
Zülfü Livaneli - zlivaneli@gazetevatan.com
“Eğer
birisi, bir krallığın iyi yönetilip yönetilmediğini, ahlakının iyi olup
olmadığını bilmek isterse, cevabı o krallığın müziğini dinlemekle bulacaktır.”
Bu sözler, milattan önce 551 yılında doğmuş olan Çinli filozof Konfüçyüs’e ait.
Aradan binlerce yıl geçmiş ama bugün söylenmiş gibi taze, doğru ve gerçek.
Eğer Konfüçyüs bugün dünyamıza gelse, hele yolu Türkiye’ye uğrasa, nasıl bir
“krallıkta“ yaşadığımızı anlamak için ortalıktaki müziğe kulak kabartması
yeterli olabilirdi.
Büyük filozof tatil yörelerinde yürürken yanından geçen pahalı arabalardan
yükselen canhıraş feryatlara, işkence odasını çağrıştıran seslere, inlemelere,
höykürmelere ya da bitmek tükenmek bilmeyen cıs-tak cıs-taklara kulak
kabartarak kararını verebilirdi.
Çünkü Türkiye’de popüler müzik, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde
bilinçaltımızı ortaya koyuyor.
Şiddete eğilimli, gösterişçi, cinsel sinyaller gönderen ve insan ruhunu aşağı
çeken, hiçbir gerçek duyguya yer bırakmayan bir müzik bu. Düpedüz duygusuz.
Bu kavram belki ilk anda irkiltici gelebilir ama ben “insan ruhunu yücelten” ya
da “aşağı çeken” müzik türleri olduğunu iyi biliyorum.
Yalnız kendim gözlemlemedim bunu, büyük filozoflardan da öğrendim.
Müzik insan duyguları üzerinde çok ama çok etkili.
Düşünsenize, askeri marşlarla insanlar ölüme gönderiliyor, kiliselerde,
camilerde, sinagoglarda mistik ilahilerle öbür dünyayı tasarlamanız isteniyor,
zikir ayinlerindeki ritmle insanlar kendilerinden geçip vücutlarına şiş
batırıyorlar.
Romantik ezgiler insanları başka havaya sokuyor, dans müziği piste fırlatıyor.
Müziğin insan beyni ve bedeni üzerinde yarattığı güçlü etkiler fizik
kurallarıyla ya da biyolojiyle açıklanabilecek kadar açık.
Bir örnek vereyim: Heyecanlanan, dans eden, koşan bir insanın kalbi dakikada
ortalama 124 kez atar. Bu gerçeği bilen mistik inanışlar, ayinde çaldıkları
parçaların ritmini 124 olarak belirlerler. Zikir’den woodoo’ya kadar bu
biyolojik gerçek bilinir. Davulun vuruşuyla kalp atışı birleştiği zaman transa
geçer insan. Bayılır, çığlık atar, yerinde duramaz.
Bu biyolojik silahı yalnız mistikler kullanmaz, dünya diskolarında da aynı
ritim geçerlidir. Eller havaya kaldırılır, ritme uyularak hareketler yapılır ve
“huu huu” diye sesler çıkarılır.
Orada da bir trans söz konusudur yalnız amaç farklıdır. Bu ritmi ordular
insanları savaşa, ayinler ise müritleri transa sürüklemek için kullanırlar ama
işin pop müzikteki karşılığı iki cins arasında cinsel sinyaller göndermektir.
Doğadaki canlıların büyük bölümü (ister insan, ister hayvan, ister bitki)
çiftleşmek için cinsel sinyaller yayar. Bu sinyaller kokuya ve sese dayanır.
İnsan soyu da bu amaçla kokuyu (eskiden misk şimdi parfüm) ve sesi yani müziği
kullanır.
Bizim gibi nüfusu çok genç olan bir ülkede, hormonlarının etkisi altında karşı
cinsel sinyaller gönderme ihtiyacıyla kıvranan ergenlerin pop müziğe ve bazen
de haykıran, inleyen arabeske başvurmalarının tek nedeni budur.
Yani Türkiye’deki sıradan insanların ortalama zevki, artık Osmanlı müziği,
gerçek halk müziği ya da Batı klasik müziği gibi insan ruhunu yücelten soylu
müzik türlerine değil değil sadece ve sadece cinsel sinyal göndermeye
kilitlenmiş durumda.
Lağım kokan derelerin yakınında yaşayan insanların bir süre sonra bu kokuyu
duymaz oluşları gibi, sıradan Türk insanı da bu müzik kirlenmesini
algılayamıyor, normal sanıyor.
Oysa Konfüçyüs’ün dediği gibi, ülkenin ruhu ve ahlakı bu müzikle bozulmakta.
http://www.gazetevatan.com/yazarlar/