| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Abdüssemi Yavrutürk... AKBABA'da bir karaca avıOkumanın ve yazmanın yaşı yok... Misafir yazarımız 87 yaşında... Akbaba’da bir karaca avı Sene 1956… ilkbahar ayları. O zaman biz Akbaba’dan 25, Dereseki’den de 20 kişi olarak Beykoz’daki kundura fabrikasına çalışmaya giderdik. Hiç vasıtası olmayan beş kilometrelik bu yolu yaya olarak kat ederdik. Yolculuğun iyi geçmesi için guruplar oluştururduk. Her gurubun bir sözcüsü vardı. O, geçmişlerden bahseder, bazı hikayeler anlatır, izde onları dinleyerek fabrikaya gelmiş olurduk. Pazartesi ve Salı sabahları mevzuu avcılıktı. Akbaba ve Dereseki köylüleri müşterek ava çıkarlar, Beykoz’un bütün köylerini dolaşırlar, bazen köy kahvelerinde, bazen de dağlarda sabahlar, Pazar akşamı dönerlerdi. Bizde iki gin yollarda av hikâyeleri dinlerdik. —Avı kaldırdım… bii duman ettim… Av dere içine kaçtı… Kestirmeden önüne çıktım… biii duman daha ettim… Bu sefer üst yola çıktı… Arkasından koşup bii duman daha… Akşam beşte yine, anlatmaya başlarlar, Akbaba’ya geldiğimizde ancak biter, avı ya vurmuşlardır, ya da kaçmıştır. Zaten avı vurmak pek de mühim değil, avcının zevki ona tüfek atmaktır. Netice hâsıl olmuştur. Ben bu gurupların içinde her zaman Dereseki’li İlyas Ağabeyimin (İlyas Dirhem) gurubuna katılırdım. O kadar canlı ve objektif anlatırdı ki sanki avı karşımda görürdüm. O pazartesi sabahı, yine işe gitmek için evden çıktım. Akbaba fırınının önünde İlyas Ağabeyimi bekliyordum. Biraz sonra iki arkadaşlıyla geldiğini gördüm. Henüz av serüvenlerini anlatmaya başlamamıştı… Uzaktan beni görünce, sağ elinin işaret parmağıyla bana adeta bir tehdit savurdu, ama gülüyordu. –Yazık ettin… dün koca karacayı elimden aldın… dedi. Ben de - Her Pazar olduğu gibi tüfeğimi alıp ava çıktım. Önce ortalık vadisine girdim, Kavak Yolu istikametinde yürüyordum. Birden kocayemişlik içinde bir hışırtı duydum… Gördüm ki kocaman bir karaca… Tam tüfeğimi kavradım, karaca Kavak Yoluna doğru kaçmaya başladı. Ben de peşindeydim… Tepeye çıkınca geri dönüp, dağ sırtındaki patikaya girdi. Akbaba istikametinde koşmaya başladı. Zaman zaman menzilime giriyordu ama yapraklı dallar ateş etmeme mani oluyordu. Bir an düşündüm bu patikanın sonu, köse Salih Ağanın ekin tarlasına çıkar ben de onu orada rahatlıkla kıstırırım dedim. Nitekim, birkaç dakika sonra karaca ekin tarlasına geldi. Birkaç adım sonrada ben oraya gelecektim ki… Sen Akbaba Sultan Camiinden öğlen ezanını okumaya başladın… Yıldırım gibi koşan karaca ezan sesini duyunca olduğu yerde durup camiye doğru döndü ve ezanı dinlemeye başladı. O zaman gördüm ki karaca gebe ve hem de ikiz elim ayağım kesildi… Tüfek elimden düştü. Eğer o kovalama esnasında vursaydım üç cana birden kıymış olacaktım. Karaca ezanı dinlerken ben de onu seyrediyordum… biraz evvel vurmaya uğraştığım hayvana karşı içimde bir sevgi oluşmuştu. Ezan bitti., karaca bana dönüp bir baktı.. sanki – işte her şeyi gördün… şimdi ne yaparsan yap. Dercesine yavaş ve emin adımlarla ilk rastladığım ortalık vadisine doğru süzüle süzüle gitti. İlyas ağabey hala dükü gördüklerinin heyecanını yaşıyordu. Bana dönüp –Allah senden razı olsun. Tam zamanında ezana başlamanla karacayı iki yavrusuyla ölmekten, Beni de büyük bir günaha girmekten kurtarmaya vesile oldun. Bunca senelik avcıyım hiç gebe hayvan vurmadım… Şayet, bilmeyerek o karacayı vursaydım hayatın sonuna kadar onun ızdırabını çekerdim… Köse Salih Ağanın bayırında bir zaman oturdum, Yorgun ve bitkindim. Biraz dinlendikten sonra eli boş ama gönlü huzurla dolu olarak evime döndüm. –Avcılık can alma sanatı değil, canın kıymetini de bilebilme erdemidir. Şeklinde bitti Zaten fabrikaya da gelmiştik. Abdüssemi YAVRUTÜRK
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |