| ||||||||||||
| ||||||||||||
| ||||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Fotoğraf Dinlemek... Nevzat ÇAKIRSize çok sevdiğim fotoğraf dinlemeyi anlatacağım ilginizi çekerse... Fotoğraf Dinlemek... Nevzat ÇAKIR Fotoğraf sanatı hep ilgimi çeker... İnternet kaynaklı olağan gezinmelerin arasında eğer bana seslenen, ıslık çalan, şarkı söyleyen, paçamdan çeken birisi olursa bilirim ki o özel emek verilmiş bir çalışmadır... Yakınımda biri varsa ; 'Ne o daldın yine' derler. Aslında, 'fotoğrafı dinliyorum'dur... Ne çok şey anlatırlar, sonra yine ve sonra daha anlatırlar. İşte o fotoğraflardan birisi ile tanışıp sohbet edince daha doğrusu o anlatıp ben dinleyince eserin ustasına ulaşmak farz oldu. Ne hoş ki çok sevdiğim başka bir sanatçı abim Halit Şekerci'nin dostuymuş ve beni dostları arasına kattı. Bahsettiğim değerli ustamı, dostumu sizlere tanıtmak isterim... İşte kendi anlatımıyla Nevzat ÇAKIR 1941 yılında Muğla' da doğdum. Bu gün ülkemizin " dünyaya açılan ilk penceresi" olarak tanıtılan memleketim o günlerde hiç de öyle değildi. Ülkenin tamamının içinde bulunduğu yokluk ve zorluk orada da mevcuttu. Ama çok şanslı idim, bölgenin feodal yapısında maddi manevi etkinliği olan bir ailenin üç çocuğunun sonuncusu idim. Babam 1944-1950 dönemi Cumhuriyet Halka Partisi' nden milletvekili idi. Annemin de köklü bir feodal yapıya sahip bir ağa kızı olması biz üç kardeşi çok daha farklı kılmıştı. Onlar daha 1950 li yılların başında ağabeyimi Galatasaray Lisesi' ne, ablamı Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi' ne, beni de Muğla İnönü İlkokulu' ndan yatay geçişle İstanbul Şişli On dokuz Mayıs İlk Okulu' na vererek eğitimize çağ atlattılar. Bu gün uçakla bir saatte, kara yolu ile de 9-10 saatte ulaştığımız Muğla’dan İstanbul' a o günlerde iki üç günde ancak ulaşabilirdik. Bu günlerin seyahat konforuna o zamanlar hayal etmek bile imkansızdı. Ama şu oldu: hem memleketim Muğla' nın, hem de İstanbul'un baş döndürücü bir hızla gelişimini izleme şansına kavuştum. İşte beni ben yapan izlenimler, gördüklerim, duyduklarım, etkilendiklerim, nefretle, sevinçle ve tabii ki yorumladıklarım. Biraz uzunda olsa bu girişi ilerideki soruları çözümlemede çok yardımı olacağına inandığım için yaptım. Bir ayağımın İstanbul'da, diğerinin Muğla'da olması bana daima keyif ve gurur vermiştir. Daha ne isterdim ki. Bütün aradıklarım, gereksinimini duyduğum her şey bu iki kentte, bölgede idi. Fotoğrafsa fotoğraf, tarihse tarih, turizmse turizm, gelişimse gelişim. Bu yüzden başka bir yerde ve şehirde yaşamayı hiç düşünmedim. Yukarıda anlattığım o zor günlerde ayakta kalmanın tek yolu geçerli bir eğitim yapmaktı. Biz de ebeveynlerimiz gibi hiç düşünmeden onu yaptık. İyi olan, olmayan, tarafları var tabi, ama geçmiş değişmeyen, kökleşmiş anı ve birikimleri ile çoktan oturdu tahtına.
Ülkemi hep sevdim. Ama bu sevgi hiçbir zaman mantık, demokrasi, hoşgörü, insan sevgisi, doğa sevgisi ve vicdan kavramlarından ayrılmadı. Onu terk etmeyi de hiç düşünmedim. Zaman zaman aşırı, şövenist global tutkunları dinlemek, seyretmek beni daima keyiflendirmiş ve ayrıca onurlandırmıştır. 1970 yılında evlendim. İki oğlum oldu, biri makine mühendisi, diğeri de iktisat eğitimi gördü. Aile deyince aklıma geleni değil gelenleri sayayım izninizle: başta torunlarım ve evet… keyif, dert, üzüntü, zorluklar, mutluluklar, sevinçler, yani sizin anlayacağınız şu dünyada yaşanan ne varsa aile ortamında da var, tek fazlalık karşılıksız sevgi… Kelimeler böylesi akıp giderken bir fotoğraf ekleyelim ve bu sanatın yorumunu yapanların tarzıyla; 'Aaabi kontrasta bakarmısın ... bak bak bak ters ışık kullanmış... Aslında bu bir hata ama ustalık gibi olmuş... Kırmızının duygusallığını kaçırmayın... İşte azızim bu iş... ' tarzıyla yaklaşamam ben değerlendirmeye... Çünkü yetmem, çünkü sevmem, çünkü gerek görmem, çünkü bu tarzın bir fotoğrafçılık eğitiminde olması gerektiğini düşünürüm. Benim nasıl ilişki kurduğumu sorarsanız ki elbette soracaksınız hemde; eeee buyur bakalım diyerek... Ben, ben fotoğrafı dinlerim... Nasıl derseniz önce 'usta'dan bir fotoğraf ekleyelim de birlikte dinleyelim... Elbetteki bu çok ustaca bir fotoğraf ama dediğim ben ustalığı değerlendirecek düzeyde değilim. O halde dinleyelim... Mekanı geçip çocuklara bakalım... Dört çocuk... yaşlar birbirine yakın sosyal statüleri de yakın. Dördünün de ellerinde buzlu dondurmamsı sarı şeyden var ve dört farklı ifade... En sağdaki ufaklık ürkek... Oturuşundan belli. Ayakkabılarını çıkarmış olanlardan beyaz tişiörtlü koltuğun kenarına oturmuş ama eğreti lider konumu yok yüzündeki ifade bir tür utanç gibi... Sanki yediklerinin parasını ödeyerek almamışlar ya da gizlemek istedikleri bir şey var... Ortada kaybolmuş olan, ooppps bu ne güzel şey gibi 'sarı şey'e bakıyor. Gelelim mavi giysili 'Ağğa'ya... Vayy be...İşte lider o... Başarmanın ki muhtemelen usulsüz bir şey var, gururunu yaşıyor... Ayaklarının şekli, oturuşu ve sarıyı izleyişi... 'Nasıl elime geçtin ama... diyor... benden kaçamazsın söylemiştim... Ben çocukları dinledim... En kolayıydı tabii diyorsanız; yerdeki ayakkabıları, kirli ayakları, vaktiyle başkasının olan pantolunu, koltuklarda geçmiş sohbetleri, sur odasını, rasttgele yapılmış restorasyonu, yerde yakılmış ateşin kalıntılarını ve bu ateşte nelerin piştiğini de ve hatta pek çok şeyi ekleyerek anlatabilirim. Ama isterseniz onları siz dinleyin... Bu arada her dinlediğinizde farklı bir şeyler anlatıyorlar haberiniz olsun... Üstteki fotoğraf bağıra bağıra mı, kulağıma fısıldayarak mı kestiremedim ama içime işlediğini söyleyebileceğim şekilde anlattı sıkıntılarını... Duyuyorsunuz değil mi? Evet, bende inanılmaz doğa, muhteşem tarihi değerler var ve öykümü hiç bedelsiz size sunuyorum... sadece dönüp bakmanız yeterli... duyacaksınız. Siz hanımefendi sazlıkların arasındaki kotranın anlattıklarını boşverin... Muhtemelen sadece maddi şeyler anlatır, pardon ayıp şeyler de olabilir... kısa süreli, sabun köpüğü gibi eriyip giden öykülerdir onlr dinlediğinize bile değmez. Başınızı azıcık aynı yönde yukarı kaldırsanız... Orada yaşananları dinlemeye bir ömür yetmez. Siz ortadaki beyefendi... Sizi bu 'Allahkahretsin' pozuna sokacak ne oldu? hem oturduğunuz ip o amaçla yapılmamış... anladım... 'herkes oturuyor'... iyi siz, telefonla konuşan bey anlaşılan şirkette durum iyi değil yani 'sizsiz bir haltı beceremediler' elinizdeki torbayı, hemen sağ ayak dibinizideki su şişesini işi bitince denize atmayacağınıza eminim... emin miyim?... offf benim de canımı sıktınız oynamıyorum. İşte birkaç eser daha... İskelede çımacı falan zannetmeyin... Adını bilmiyorum ama kendi bestelediği 'Gün doğarken vapurun yanaşması' adlı eserini icra eden orkestranın yönetmeni... Bitmedi tabii ki... Gün batımında yaşam da uzuyormuş... Ben bilmem ben fotoğrafın yalancısıyım. Offf beni ters ışık ilgilendirmiyor arkadaş... Ben sandalyenin ve masaların terkedilmiş hissi veren hüzünlü öykülerine takıldım... Onları; 'merak etmeyin, yarın yine gelirler...' diye teselli etmeye çalıştım ama; yarın gelseler bile gün gelecek, hiç gelmeyecekler diyerek beni hüzünlendirdi... Daha da diyorsanız siz işten anlamaya başladınız... iyi sevindim :) İşte size inanılmaz bir fotoğraf daha... Hoşgörünün desteklediği çocuk balonuyla namazda... Çok da doğal ve bir o kadar da ciddi... ;"Hz. Peygamber sol ayağını yatırır, sağ ayağını dikerdi." sanki böyle anlatıyor ufaklık... Muhtemelen çocuğun balonla oraya gelmesine gösterilen hoş görünün sahibi önde namaz kılan üç insan. En soldaki gerçekten huşu içinde kendini yaradana teslim etmiş yakarıyor... El nakışı takkesi, hafif kepçelemiş kulakları, hırkasının içinden görünen beyaz gömlek yakası, traşlı ensesi özenli, orta yaş üstü, iyi bir insanı anlatıyor. Ortadaki boynunu içeri çekmiş zat namaz saf komşusu kadar kendini bırakmamış gibi... Belki de acelesi var. Onun takkesi made in china... sağ baştaki muhtemelen çocuğun da babası ama iki secde arası ayakları niye öyle... çocuğa öğreten oysa niye kendisi yapmıyor... Çocuğun babası olma ihtimali zayıfladı... Kim ne anlatırsa anlatsın bu fotoğrafta samimiyet hoşgörü ve huzur var. Bu fotoğrafta amcamın elinde sımsıkı tuttuğu torbasına bakın... Anlamadığı bir mevzuya odaklanmış kavanoz dipli camlı gözlüklerinin altındaki bakışları yakalayın... Eğreti yaslandığı, muhtemelen trabzandaki duruşta yorgunluk var da arkadaki kedinin umurunda değil... Bir ilişkileri olduğunu da sanmıyorum temizlik yapıyor hayvan... Belki biraz evvel kendisine bir şeyler ikram etti amca... kim bilir... İkram edecek bir şeyleri yok gibi de dursada bazı insanlar kendi yiyeceğini ikram edecek kadar zariftirler... Pekala bir kaç tane daha.. sonrası tümünü bir linkte ulaştıracağım. Bu fotoğrafları ben anlatamayacağım... Halen dinlemeyi bitiremedim. Baktığınızı görüyorsanız, bastığınıı biliyor, çiçeğin kokusuyla anlattığı anılarınıza yolculuklarınız oluyorsa, zihninizde biriktirebiliyor ve paylaşabiliyorsanız... Siz yaşıyorsunuz... Çok yaşayın. R.Sinan AKbaşak Söz verdiğim üzre... Ustanın bazı fotoğraflarını link olarak paylaşayım Siz de tıklayın ama... Bir de nefis bir söyleşisi var 'usta'nın... Bu sanat ve yaşam hakkından değerli aktarımlar okumanızı öneririm... Müzik ve edebiyat tercihleriniz plastik sanatlara yaklaşımınız, beğendiniz müzisyenler, edebiyatçılar, ressamlar ve diğer sanatçılar kimlerdir? Bizim çağımızda kültürel beslenme bu günkü gibi görsel yolla olmuyordu. Biz okumayı öğrendik, keyf aldık ve bunu hala sürdürüyoruz. Her gün iki gazete almamızın altında bile bu alışkanlık yatmakta. Hani insanın yaşamının zirvesinde oturan bir ideali vardır ya, işte benim o idealim çok iyi, bir klasik gitar çalmaktı. ilk gitarımı üniversite çağlarında alabildim. Bu gün çalarım da pek uzun süre dinlemek istemezsiniz. Tabi ki bu ağır öğrenmenin ve iyi olamamanın sebeplerini araştırdım. Kulağımı ölçtüler, sağırmış. Yani çocuk yaşlarımda eğitime başlayabilseymişim açılabilirmiş. Ama baştan beri çizgim iyidir, uzun yıllar karikatür çizdim, amacım resimli roman çizmekti, onda da epeyce yol almıştım. Hatta URKU adlı Ret Kit, Karaoğlan karışımı mizahi bir tip bile geliştirmiştim. Sanat tarihine zaten meraklı idim ama fotoğrafa gönül verip sanatsal kaygı taşımaya başladığımda da, bu entelektüel yaşantımı sağlam bir düzene soktuğuma inanıyorum. Ben yaptım olducuların ürettiği başı ve sonu olmayan, açıklamasız ve üstünkörü her düşünceye, işe ve yapıta karşı çıktım. Ama işini ciddiye alan, sorumluluk duyarak yapıt üreten her ressamı, her yazarı, her oyuncuyu, her müzisyeni, izler, okur ve dinlerim. Bu gün, fotoğraf hayatınızda ne kadar yer tutuyor? Eşiniz in fotoğraf için rakibim dediği hiç oluyor mu? Artık fotoğrafın benim için bir yaşam biçimi olduğu evrenin tam içindeyim. Eşim işin başlarında fotoğrafımı en iyi izleyip yorumlayan yakınımdı. Ama fotoğraf benim hem zamanımı, hem keyfimi ve hem de paramı almaya başladığında tavırları önce nötrleşti, sonra da karşı cepheye geçti. Zaman en iyi sorun çözücüdür dedikleri doğru galiba(!) Olumlu olumsuz bir çok olaydan sonra şimdi benimle fotoğrafa çıkıp bayağı da güzel çekimler gerçekleştiriyor. Fotoğraf çekerken ne hissediyorsunuz? ne için fotoğraf çekmeniz gerektiğine inanıyorsunuz? Hiç tereddüt etmeden; iman eden bir müridin ibadet ederken duyduğu huşuyu duyuyorum diyeceğim. O yoğunlaşmanın beni çok mutlu kıldığını da iyi biliyorum. Fotoğraf çekmemin gerekliliğini sorgulamaya gelince; önce bu tavır beni fazlası ile mutlu ediyor, eğer istediğim sonuçları alamasaydım bu kadar ısrarlı olacağıma da inanmıyorum, zamanı durdurmanın dayanılmaz güzelliğinden fazlası ile keyf aldığım da kesin. Ama bence bütün bunların altında yatanın; hayatta iz bırakabileceğime yürekten inandığım tek yolun bu olduğu gerçeği olduğuna da inanıyorum. Sanatsal fotoğrafta önceliğiniz estetik midir? Yoksa sosyal sorumluluk duygusunun işaret ettiği yollar mıdır? Veyahut bunun bir karması mıdır? Karma ise estetik ve sosyal sorumluluk oranları ne olmalıdır? Bunların dışında başka amaçlarda olabilir mi? Estetik bence; sosyal sorumluluk dışında gerekli olan kendine, çevrene, içinden çıktığın topluma, hatta ülkene ve insanlığa, doğaya, yaşama dair sorumluluklar kümesinin oluşturduğu uzayıp giden insani amaçlar dizisi... Her tanımlamaya takılabildiğiniz gibi bir ikisini bünyesinde barındıran çalışmalar da ortaya koyabilirsiniz. Onun için önce; bir yapıtta kullanılan veya kullanılacak amaçları hiç bir zaman sınırlamadım ve buna da teşebbüs etmedim. Çünkü benim yapıt üretirken önem verdiğim, kullandığım, güvenerek izlediğim, hiç yanılmayan ve beni daima sonuca götüren bir amacım var. Bu da bilmediğim, görmediğim, sağlam kaynaklardan duyup okumadığım ve benimsemediğim, bizden olduğuna inanmadığım hiçbir imgeyi, biçimi ve konuyu kullanmama kuralımdır. Bu yüzden ülkem dışında fotoğraf çekmedim, çeksem de bu benin yapıtım diye göstermedim. Ayrıca üç beş günlük seyahatler dışında ülkemden de pek ayrılmadım. Hızla gelişen ve değişen bir taşra bölgesi ile İstanbul arasında gidip gelerek yaşadığım, gördüğüm, izlediğim, biriktirdiğim bunca malzemem var iken taşıma, etkilenme, yürütme ve hatta doğru bir deyimle çalma malzemeleri sırf popüler diye kullanmaya kalkmam hiç bir zaman mantıklı gelmemiştir bana. Sanat tarihine şöyle bir göz gezdirdiğinizde bile bu tür yaklaşımların hiç de geçerli bir yol izlemediğini ve iyi sonuç vermediğini görürsünüz. Biliyoruz ki FOG fotoğraf gurubunun kurucu üyelerindensiniz, ne amaçla kurmuştunuz? Bugünkü mensubu olduğunuz Salı fotoğraf gurubuyla bir benzerliği var mı? Amaçları ne idi ? Seksenli yıllarda İFSAK' ta etkin günler yaşarken tanıştığımız bazı arkadaşlarla aynı kaygıyı duyduğumuzu, aynı dili konuştuğumuzu ve aynı yolu izlediğimizi fark ettik. Ve altı kişi (ben, İZZET KERİBAR, MEHMET KISMET, BÜLENT ÖZGÖREN, İLYAS GÖÇMEN, YUSUF TUVİ) FOG FOTOĞRAF GRUBU' nu kurduk. Hepimiz işin çok başlarında idik ve biri birimizden öğreneceğimiz çok şeyin olduğunu biliyorduk. Bazı bireyci fotoğrafçılara inat hep birlikte fotoğrafa çıktık ve çektik. Yetmezmiş gibi birlikte etkinlikler yaptık. Onlarca, yüzlerce gösterilere, sergilere, konulu çalışmalara imza attık ve albümler bastık. 1984 yılında kurduğumuz FOG FOTOĞRAF GRUBU 1987 yılında artık aramızda dostluğumuz dışında bizi bağlayan bir şeyimizin kalmadığı gerçeği ile yüzleşti. Benim; sergi, albüm gibi bir toplu etkinlik zinciri ile FOG FOTOĞRAF GRUBU' nun dağıldığını duyuralım diye yaptığım son öneriyi kimse kıyıp kabul edemedi. Biz de grubu dağıtmadan etkinliklerimizi bireysel sürdürmek için azat ettik. Ama dostluğumuz hala sürmekte. Salı Grubu' nu kurma amacımız çok farklı idi. Görüşemiyor, tartışamıyor en önemlisi hasret gideremiyorduk. Her ayın ikinci salısı bir yerde toplanıp hem demlenelim, hem de biri birimizin yüzünü görelim dedik, on beş yılı geçtik. Gene rahat duramayıp etkinlikler de yaptık ama kuruluş amacımızı da saklamaya gönlüm razı olmadı. Sizin yorumunuza göre sıkıcı fotoğrafla baktıran fotoğraf arasındaki en önemli unsur nedir? Hep söylüyorum; çektiğiniz ilk fotoğrafları önce yakınlarınıza gösterirsiniz. Eğer ilgi görürse halkayı büyütmek ve daha çok izleyiciye ulaşma cesaretiniz gelişir. Bu çevreden de ilgi görürseniz wep sayfalarına, derneklere, yayınlara baş vurma hakkınız doğmuş demektir. Sonrası gelir artık. Bu hiyerarşiye uymayan, acele eden, kendi yerini tam bilemeyen fotoğrafçıların fotoğraflarını izlemek gerçekten sıkıcı olur. Ama bundan da kötüsü var: Bir aracı, bir yakınınız sözün kısası kıramayacağınız bir kanaldan size ulaşmış ne bulduysa çeken, her çektiğini de çok beğenen bir fotoğrafçının yüzlerce fotoğrafını izlemeye mecbur olmak azapların en büyüğüdür. Allah hepinizi bu azaptan korusun (!) "Fotoğrafı çeken kişi eğer yorumlayan anlatmaya çalışan fotoğrafçı ise sanatsal kaygı taşıyordur" diyorsunuz ve "Türk fotoğrafından söz etmek için kullandığınız konular, mekânlar, şekiller, biçimler ulusal olmalıdır. Kültürümüzden beslenmeyen imgelerle üretilen yapıtlar hem bizim değildir, hem de özgün olma özellikleri ellerinden alınmış birer kopyadır. Evrensele ulusaldan gidilir" diyorsunuz, bunlara bir iki cümle ile bir yol haritası verebilir misiniz? Sizce ülke fotoğrafını neler köreltir, bu gün için bir ekol ve sistemden bahsedebilir miyiz? Kişi önce fotoğrafın tekniğine vakıf olmalıdır. Sonra da enlemesine ve derinliğine istiflemeyi öğrenmelidir. İçerik sonra gelir. Tekniği ve kompozisyonu iyi olan fotoğrafçıların yüzlercesini sizin derginizde dahil, her sanal ve gerçek yayında görmeniz mümkün. Üstelik tekniği ve kompozisyonu doğru olduğu için seyrinden kimse rahatsız olmaz, hatta çoğu da kucak dolusu övgü alır. Ama o kadar, daha ileriye gidebilmesi için içerik gerekir. Bu üçlemeyi oluşturamayan fotoğrafçılardan ve fotoğraflardan sanatsal kaygı taşıyor diye söz edilemez. Üstelik bu içerik yanlış eğitimden, yanlış etkilenmeden, yanlış sentezden, sözün kısası; yanlış beslenmeden kaynaklanıyorsa, iş daha da kötüdür. Yani kişinin; yaşamadığı, görmediği, duymadığı kültürler tarafından üretilen imgeler modaya dönüştürülüp önüne konuyorsa ve bunlar yapıtlarına yansıyorsa, üretilenlerin (önceleri kabul görüyor gibi olsa da) kalıcı olma özelliği yoktur. İşte bu yüzden kişiyi kişi yapan içeriktir. İçerik doğru eğitimin verdiği kültürle oluşur, görgü ve değerlerle gelişir, iyi ve becerikli bir sentezle de yapıtlara yansır. Ancak o zaman Ülke fotoğrafından, uluslararası başarıdan ve en önemlisi ekollerden söz edilebilir. Yoksa bütün uğraşlar etkilenmeyi bırakın taklitten öteye geçemez. Bu gün fotoğraf eğitimi almak ve değişik atölyelere katılmak özellikle büyük şehirlerde artık çok kolay oldu. Gerek akademik seviyede gerekse alaylı olarak ve öğrenmek isteyenler isterse sizler gibi ustaların ustası aksakallardan bile ders alabiliyorlar. Sizin fotoğrafa başladığınız dönemlerde altmışlı yetmişli yıllarda bu bilgi ve eğitimi almak nasıldı acaba? Eğitiminizin geçtiği yol haritasını kısaca anlatırmısınız? Bir ustanız oldu mu? Fotoğraf gencecik bir sanat dalı. Yaşı yüz elli yılı bile geçemedi daha. 1970 li yıllarda başladığımız zaman her şey siyah beyazdı. Ülkede DİA-SAYDAM film ancak seksenli yıllarda hüküm sürmeye başladı. Doksanlı ve iki binli yıllarda da dijital fotoğraf yaygınlaşmaya başladığına göre, kırk yılık bir zaman diliminde siyah beyaz-renkli-dijital devrimleri yaşanmış demek ki. Diğer sanat dallarında böyle devrimler yüzyıllarla tanımlanırken fotoğrafın bu kadar hızlı gelişmesi akıl alacak bir hız değil. Aynı süratle de yol almakta. Yarının ne olacağını düşünmek bile insanı korkutuyor. Fotoğrafa başladığımız yetmişli yıllara gelince: Her şeye el yordamı ile ve çok zor ulaşılırdı. Eğitici ne yayın, ne dergi, ne de kitap vardı. Kullanım bu kadar yaygın ve sınırsız hiç değildi. Ama gene de üretiliyordu. Hatta kullanım ve verim oranları karşılaştırılırsa o günlerde verimin daha fazla ve kaliteli olduğu söyleyebiliriz. Teknik ve malzeme insani üretimler için faydalı, ama tek yol değil, bunu çok iyi öğrendik. O zamanlar (belki de üretimin azlığında) etkinlikler, yani sergiler ve fotoğrafın basına yansıması çok daha fazla idi. Ustalara ulaşamasak bile ne yapar eder onların ürettiklerine ulaşırdık, görürdük. Eh bununla yetinmekten başka da elimizden bir şey gelmezdi. Ülkemizdeki fotoğraf sektörü için profesyonel amatör sanatsal olarak eleştirebileceğiniz veya tanımlayacağınız bir cümle kurabilir misiniz? Bu sorunuzun cevabı hem kısa , hem de kolay olacak. Yıllardır tekrarladığımız bir cümleyi burada da yazacağız yalnızca: "Türk fotoğrafı oluşum aşamasındadır." Bir fotoğraf gezisine giderken yaptığınız ilk beş aşamayı yazar mısınız? Önce; maddi bilançonun çıkarılıp tedarik edilmese, sonra; güzergahın ve hava durumunun tetkiki, fotoğraf çantasının hazırlanması, işlerin ve randevuların ayarlanması, arabanın bulunması veya bakımının yaptırılması (fotoğrafa mutlaka özel araba ile çıkılmalı, sizin yoksa bulunmalı), tabii ki son olarak duruma göre valizinizin hazırlanması. Moral, şans, teknik bilgi, tesisat, entelektüel birikim, duygu, ışık unsurları arasında iyi fotoğraf için öncelik sırasına göre birden yediye kadar kendinize göre bir sıralama yapar mısınız? Kültür birikimi, sanatı sevmek ve tarihine ilgi duymak, maddi imkanların fotoğraf sanatı ile uğraşabilme seviyesine çıkarılması, düzenli çalışmayı becermek, doğru mekan, malzeme, eğitim ve dost seçimleri yapmak, çekim sonrasına çekim kadar önem vermek, sanat politikanızı doğru belirlemek ve uygulamak. En azından bunları olsun gerçekleştirirseniz moral ve şansın sizi izleyeceğine eminim. Fotoğraf hayatınızda unutamadığınız anlar olaylar var mı? Olmaz olur mu? Baştan başlarsak; 1970 li yıllarda edindiğim nikon Fotoğraf makinesini elime aldığım anı, (eğer öğünüyor demezseniz) 1984 Cumhuriyet Gazetesinin Yunus Nadi Siyah Beyaz Fotoğraf Yarışmasını kazandığım Birincili Ödülü için Bebek' te Nadir Nadir ve İlhan Selçuk' la yediğim ödül yemeğini, Romanya' dan aldığım ilk dış yarışma birincilik ödülünü unutmak mümkün değil. Daha sonraki unutamadıklarımızı başka bir zamana bırakalım isterseniz.. İnternetteki fotoğraf sitelerinin fotoğraf sanatına sizce ne gibi bir katkısı var? Buralarda eleştiri ve sıralamaların gerçekçi olduğuna inanıyor musunuz? Aklınıza geldikçe ve sürekli takip ettiğiniz ilk üç sitenin adını yazar mısınız? İnternet çağımızın en yeni, en hızlı ve ona en yakışan uygulamalarından biri. Fotoğraf nasıl yeniliğe karşı çıkmaz, her yeniliği sahiplenirse ben de internete karışı çıkamam. Ayrıca fotoğrafa sonsuz yararları olduğuna da inanıyorum. Fotoğrafı öğrenmek, paylaşmak, görmek hiç bu kadar hızlı ve kolay olmamıştı Düşünün, dergisinden sitesine, görmeden yayınlamaya, öğrenmekten öğretmeye, yazışmaktan tartışmaya her şey bir tuşa basmak kadar yakın size. Bize katkısının sonsuz, yararının karşılığı ödenmez olduğunun altını çizmekten başka bir şey yakışmaz. Bütün bu yaklaşımlarımızı fotoğraf siteleri için de tekrarlayabiliriz. Ama gerçekçiliğine nasıl kefil olabiliriz ki. Yapan, uygulayan, yorumlayan insan olduğu için doğrular ve yanlışlar aynı ölçüde varlıklarını sürdüreceklerdir. Fotono1 ' i çok iyi biliyor Onur' u taktir ve sevgi ile yüreklendiriyorum. Dostum Attila, Hamit ve Tuna sayesinde Anadolu Fotoğraf Dergisi ile tanıştım. Baştan beri bir ülkenin kültürüne o ülkenin büyük bir iki kentinin yön vermesi gerçeğini hiç sevemediğim ve o önce Anadolu' nun sesi olduğu için, sonra da diğerlerinden hiç de geri kalmadıkları için çok sevdim. Ülkemizde sanal siteler fotoğrafçıları arasında 1-eski tüfek, sırça köşkün uzak adamları 2-yarışma fotoğrafçıları 3-internet fotoğrafçıları 4-üniversiteli yazan çekmeyen aristokratlar 5-hevesliler diye bir sıralama efsanesi var. Bu doğru olabilir mi, bu konudaki fikriniz nedir, eğer eski kuşak ustalarla yeni yetişen özellikle son 6-7 yılın dijital devrimi ve internet ile çoğalan fotoğraf ilgililerine sanatın ve deneyimlerin devamlılığı açısından ne önerebilirsiniz? Sorularınızda saydığınız beş şıkkın tamamı doğrudur. Hatta eksik de diyebiliriz. Küskünler, kıskançlar, ardniyetliler, Türk fotoğrafının kendisi ile başlayıp kendisi ile biteceğine kalpten inananlar, fotoğrafı sanattan saymayanlar, sokak fotoğrafına inanmayıp "sümüklü çocuk fotoğrafı " diyerek küçümseyenler, kendisinin gönül verdiği biçimin dışındakilerin hiç bir değeri olmadığına inananlar, vs, vs, vs... Evet bunların hepsi fotoğrafla uğraşanlar arasında var. Olması da çok normal, çeşitliliğin, tartışmanın, değişimin ve kavganın olmadığı bir uğraşa zaten sanatsal kaygı taşıyor diyemeyiz ki. Ne kadar alınsak da, ne kadar kızsak da hep olacak bu ayrılıklar. Büyük halk ozanı Aşık Veysel' in dediği gibi "akıl aynı olsa dağdaki koyunu kim güderdi?" Yaşamda olan bir şeyin bir sanat dalında olmadığını nasıl söyleriz. Ama bir şeyi gözden kaçırıyoruz "süreklilik" birbiri ardına ve uyum içinde üretilmeyen hiçbir şey gelişemez. Kültürlerin evrimi de böyledir. Başlayan bir değer üzerine koya koya, ekleye ekleye, büyür. Ama fikir de olsa, mal da olsa önce üretilen sonra üretilenle bir uyum sağlamazsa, her üretilen sonra üretilene uymazsa, her seferinde her şey yeniden başlar ki, böyle büyümeyi seçen toplumlar bırakın gelişmeyi, yok olmaya mahkumdur. Genellersek; sürekliliği engelleyen ilk anda akla uygun geliyor gibi gözükse de inanın yanlıştır. Devamlı tekrarladığım ithal imgeleri, biçimleri kullanmak özümüzle çelişerek süreklilik kavramını baltaladığı için buna çok iyi bir örnek teşkil eder. Bu konu temel ilkelerden birini oluşturduğu için bir sempozyum konusudur ve çok önemlidir. Keşke yalnız bunları konuşabileceğimiz bir ortamımız olsa... İdeal fotoğraf eleştirisi için bir yöntem olabilir mi olursa nasıl olmalıdır? Vardır ve düşünüldüğü gibi öyle karmaşık, zor, içinden çıkılmaz bir sorun gibi de hiç değildir. Tekniği doğru kullanılan, imgeleri göze hoş gelecek şekilde yerleştirilen, içeriği de ilgi çekecek biçimde oluşturulan bir fotoğraf ideal bir fotoğraftır. Ülkemizdeki fotoğraf yarışmalarının adil ve objektif olduğuna inanıyor musunuz, zaman zaman sübjektif şeylerinde seçimlere karışma ihtimali olabilir mi? Seksenli yılların sonundan günümüze onlarca yarışmada jüri görevi gerçekleştirdim. Bu deneyimlerin ışığında şunu diyebilirim ki; ülkemizde gerçekleşen yarışmalar içinde en adil gerçekleşen yarışmalar fotoğraf yarışmalarıdır. Bir kere bütün yapıtlar görülür. Buradaki adalet fotoğrafın hızla bakılıp anlaşılması gerçeği ile açıklanır. Örneğin, roman, öykü, film vs... yarışmalarını düşünün, yapıtlarla adil biçimde ilgilenmek çok zordur. Ünlü sanat tarihçi Herbert Reed' in dediği gibi "bir yapıta baktığınızda önce güzellik algılanır, anlam sonra gelir" Güzelliği anlamadan da algılayabilirsiniz. Yani beğenmek içgüdüsel bir olgudur. Bunun için kültüre, eğitime, birikime gerek yoktur. Seçiciliğin en hızlı ve doğru yaklaşım biçimidir bu. Bu kadar kolay algılanabilen yapıtlardan oluşan bir yarışmada hata ancak art niyetiniz varsa oluşur. Öyle kişiler de bizim aramızda pek barınmaz. Kırk yılda karşılaşılan bir, iki tersliğe de bakıp, yorgan morgan yakmaya kalkışmayalım. Ama şunu da unutmayın yarışmaya her fotoğraf gönderenin yüreğinde mutlaka birinci olacağı gerçeği fotoğrafları yarışmaya gönderdiği an oluşur ve yerleşir. Bu gerçek, büyük küçük, deneyimle deneyimsiz, iyi kötü, sizin anlayacağınız hiçbir koşulda değişmez. İnsanların karakterlerinin farklı farklı olduğunu ve fotoğrafa da en azından jüri üyelerinden çok sonra başladıkları gerçeğini göz önüne alırsak, sübjektif düşünmenin seçici kurulda mı yoksa yarışmacılarda mı daha fazla oluştuğunu söylemek hiç de zor olmasa gerek. Ama başka bir sorunun altını çizmeden de geçmeyelim. Doğru fotoğrafı, doğru teknik, uyumlu istifleme ve sağlam içerik oluşturur demiştik. Teknik ve kompozisyon öğrenilen, uzmanlaşılan, diğer bir deyimle ustalaşılan bir uğraştır. Buraya ulaşmak hele biraz da becerikli iseniz hiç de zor olmaz. Zor olan içeriktir. Yaratıcılık, duygular, imgeler bir kavgadır tuttururlar burada. İşin sanatsal boyutudur bu. Sözün kısası; bir yarışmada ödülleri sıralayan faktör içeriktir. Duygular kişilere göre değiştiğine göre de jüri bir tek burada ayrılır. Bu sorunu çözmek de uyumlu bir jüri topluluğunda pek zaman almaz. Unutamadığınız sizi etkileyen şaşırtan fotoğraf var mı kısaca duygularınızı yazar mısınız? Ellili yılların sonu, sanıyorum lise talebesiyim. Beyoğlu o zamanda çok revaçta, sinema, tiyatro, eğlence, yemek gene hepsi var. En çok ta sergiler. Yalnız Taksim' den Galatasaray' a kadar beş on sergi salonu hizmet veriyor. Fotoğraf çok geçerli. Yarışma sergileri olsun, kişisel sergiler olsun, dışarıdan gelen sergiler olsun ardı ardına açılırdı. Atlas sinemasının tam karşısında Amerikan Haberler Merkezi' nin sergi salonu var. Ne yarışması olduğunu bilmediğim ama yarışma fotoğraflarının sergisini geziyorum. Birinci olan fotoğrafın önünde kala kaldım. 15-16 yaşlarındayım, ne güzel bir şey bu dediğimi hatırlıyorum. Gece; meyhanenin önünde tezgahını kurmuş (ne sattığını hatırlayamıyorum) içeridekileri seyrederek müşteri bekleyen bir seyyar satıcı. Yerler ıslak, parlıyor, satıcı beyaz önlüklü, önündeki küçük camekanlı tezgah ve üzerindeki bakır tepsili küçük terazisi sokak lambasının ışığında parlıyor. İşte beni fotoğrafçı yapar fotoğraf bu fotoğraftı. Yıllardan beri o fotoğrafı arıyorum. Günümüzde olsa internetten bulmam yarım saatimi bile almaz. Yeni başlayan fotoğrafçılara kısaca ne söylersiniz özelikle, "Fotoğraf yapıtını en hızlı üreten sanattır. Gerçek gücüde hızındadır" diyorsunuz. Bu hız içinde iyi bir fotoğrafçının öncelikle zihinsel olarak ne gibi donanımları olmalıdır? Çağdaş insanın bir sanat dalına gönül vermesinin şart olduğuna inananlardanım. Bu hobi ile başlayıp başına alıp gidebilir de, sizi yıllarca oyalayarak mutlu da edebilir. Böyle bir uğraş, sevmeden, gönül vermeden, herkes uğraşıyor ben de bir ucundan bulaşayım diye olmaz. Her sanat dalına merak edenin mutlaka yapması gereken temel gereksinimler vardır. Bu kural fotoğrafta da geçerlidir. Çünkü sanatın temel kuralları değişmez. Kültür sorununu göz ardı edemezsiniz, bu iş el yordamı ile olmaz. Sanat tarihine merak sarın, yer yüzünde sanat nasıl başlamış, nerelerden nerelere gelmiş çok iyi bilin ki nerede olduğunuzu saptayabilesiniz. Düzenli bir periyotta üretmeğe çalışın. Mutlaka ak odanızı kurun. Çektiğiniz fotoğrafın küçük bir örneğini olsun işleyip basamıyorsanız o yapıtın sizin olduğunu düşünmeyin. Fotoğraf makinesini öğrenmek ve kullanmak çok kolaydır. Bu kolay başlayış size fotoğraf sanatının da kolay olduğu izlenimini verdi ise hiç inanmayın. Her sanat dalı gibi fotoğraf da uğraş ister, alın teri ister, birikim ister ve çok çok çalışma ister. Ayrıca fotoğraf sanatı günümüzün en yeni ve en çağdaş sanat dalıdır. Her yeni şey, her yeni teknoloji, her yeni keşif onda yaşama olanağı bulur. O hızını çağdaş teknolojiden alır. Siz de ona uyun, çağdaş olun, tutuculuktan, bağnazlıktan uzak durun. Bu felsefeyi de yaşam felsefeniz olarak benimserseniz başarıyı çok kolay yakalayacağınıza inanın. Gelecekte fotoğraf adına yapmak istedikleriniz nelerdir, çalıştığınız projeler var mı? Ayrıca edebiyatçı ve yazar tarafınızın da olduğunu biliyoruz ve birçok fotoğraf fikir kitabı makale ve birde sabır çıkmazı isminde romanınız var. Acaba edebiyatın fotoğraf sanatınızdan vakit çaldığını düşünebilir misiniz, yoksa birbirlerini beslediklerinizi söyleyebilir miyiz? Ülkemde fotoğraf sanatının oluşmakta olduğunu ilk fark edenlerdenim. O yüzden ta seksenli yılların sonundan beri eğitimi ve kültürünün paylaşılması ile yoğun uğraşmaktayım. Bunu sürdürmeyi, yazmayı, paylaşmayı ve üretmeği sürdüreceğim. Ülkemizde fotoğraf sanatının bir ayağı eksiktir. Fotoğrafçı, fotoğraf sever ve aracı kurum ve kuruluşlardan oluşan bu üç ayağın, aracı kurumları dayanağının olmaması fotoğraf sanatının ayakta durmasını hep engellemiştir. Bu da benim yazdıklarımdan öteye gidemememin tek sebebi. Bakalım gelecek nelere gebe? Muğla ve İstanbul arasında geçen yaşamım iki kültürü de izlememi sağladı. İki kültürün bu çatışması beni adeta yazmaya itti. İlk kitabın Sabır Çıkmazı' nı yayınladım. Amacım bir Ege üçlemesi; ikincisi Güz Tanrıçası; hazır, üçüncüsünün taslağı hazır; Ölü Deniz. Sanatın her dalının kişinin bünyesinde barınabileceği ve kişinin gereksinim, istek, özlem duyduğunda da rahatlıkla öne çıkabileceğine inanıyorum. Bu zorla yapılamadığı gibi engellenemiyor da. Kültür sorununun çözümünde de vazgeçilemeyecek boyutta yarar sağladığına göre her şeyi oluruna bırakmak en doğru karar bence. Bütün fotoğraf camiasına kısaca ne söylemek istersiniz . Önce ülkemizde fotoğraf sanatının oluşum aşamasında olduğu gerçeğini fark edelim. Bin sekiz yüzlerde Fransa' da da durum böyle idi. O yüzden Van Gogh yaşam boyunca bir tek eserini bile satamadı. Ama gene çizdi. Çünkü o resim çizmiyor yüreğindekini akıtıyordu. Belki çizmese yaşayamazdı. Daha birçok örnek sayabiliriz ve bulabilirsiniz. Ben çekmeden yapamıyorum. Siz de benim durumumda iseniz hiç direnmeyin, siz de çekin olsun bitsin. Ama fotoğraf sanatının ülkemizde oluşmakta olduğunu da bilin. Ülkemizde 'USTA' ların çok yaşaması ve nice ustalara ön ayak, yetiştirici ve örnek olmaları dileklerimle... Bir de pek çok usta daha yetiştirelim ne olur... R.Sinan Akbaşak 14 Temmuz 2015 Beykoz ..............................
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |