| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Hayatın Sürekli Öğrencisi OlmakEinstein’ın “Bir şeyi 6 yaşında bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir.” ... Öğrenme Eylemi: Hayatın Sürekli Öğrencisi Olmak Einstein’ın “Bir şeyi 6 yaşında bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir.” sözünü, Feynman tekniği daha pratik bir hale dönüştürüyor. Ve öğrenme eylemini, uygulaması oldukça kolay bir yöntemle daha da geliştiriyor. Aslında öğrenirken, daha temelde yanlışlık yapıyoruz. Şöyle bir kendimizi yoklarsak, bildiğimizi sandığımız çoğu temel ve basit bilgileri bile, doğru olarak bilmediğimizi görebiliriz. Bizim asıl trajedimiz her şeyi bildiğimizi düşünürken, aslında daha alfabelik çocuk olduğumuzu fark edemememizden kaynaklanmaktadır. Bildiğimizi düşündüğümüz temel bilgiler, eğer doğru temeller üzerine kurulmazsa, onun üzerine eklediğimiz bilgiler de sağlam temeller üzerine oturmayacak ve eklektik olarak kalacaktır. ‘Ben bunu biliyorum.’ diyerek herhangi bir bilgiyi bildiğimizi farz ediyor ve bir daha ona geri dönmüyoruz. Oysa bilgi yerinde durmuyor, inanılmaz bir hızla gelişmeyi sürdürüyor. Ancak her yıl iki yüz bin kitap yayınlanıyor, yani saniyede bir milyon bitin üzerinde bir hızla yeni bilgiler ortaya çıkıyor. İşte ana yanılsamamız çeşitli konular arasında diyalektik bir ilişki kuramayışımızdan geliyor. Bunun sonucu ise sorgulamaktan kaçmamız oluyor. Sorgulamaktan kaçtığımız gibi, sorgulayanları da engellemek istiyoruz. Çünkü aslında kendi bilgimize, ya da inancımıza, düşüncemize güvenimiz yok. Einstein’ın dediği gibi, “Evrendeki en büyük ziyan sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir.” Hepsi çürük temeller üzerinde yükseliyor. Kendi inancını, ideolojisini, dünya görüşünü tam olarak ortaya koyabilecek kaç tane insan vardır? Şu bir gerçek ki bu tür insanların sayısı çok azdır. Çünkü insanların çoğu bilmeden inanırlar. Bu psikolojik deneylerle kanıtlanmıştır. Ta ki bir gün bilgi evimiz, kafamızın üzerine çökene dek böyle de gidecek. Bir insan her gün disiplinli olarak okusa bile tüm ömrü boyunca okuyabileceği kitap en fazla 3-5 bindir. Örneğin ben son 3 yıldan fazladır her gün 150-200 sayfa kitap okuyorum disiplinli olarak. Bu durumda bile yılda okuyacağım kitap sayısı ortalama 300 sayfadan yılda 200 kitabı geçmez. Peki bir yıl içinde yayınlanan 200 bin kitap ne olacak? Peki on binlerce makale, dergi vs… Görüldüğü gibi kendimizi tamamen okumaya adasak bile, hayatımız boyunca öğrenebileceğimiz bilgi sayısı bir kumsaldaki tek bir kum tanesinden fazla olamaz. Zamanımız, ömrümüz kısıtlı, o yüzden okurken seçimimizi iyi yapmalıyız. Bilgi de bizden çok hızlı bir biçimde giderek katlanıyor. Gelecek 20 yılda, insanlığın bilgisinin katlanacağı konuşuluyor Moore yasası kapsamında. Hawking, bilginin hızı konusunda şunları yazıyor: “Eğer yayınlanan kitapları yan yana dizseydiniz, sıranın sonuna yetişmek için saatte 90 mille gitmeniz gerekirdi. Sanat ve bilimle ilgili çalışmalar gelecekte elektronik biçimlerde olacaktır. Yine de bu üssel büyüme devam ederse, içinde bulunduğum kuramsal fizik alanında saniyede on makale yayınlanacak ve onları okumaya vakit kalmayacaktır… Ancak her yıl iki yüz bin kitap yayınlanıyor, yani saniyede bir milyon bitin üzerinde bir hızla yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Bu bilgilerin çoğu elbetteki zırvadır, fakat bir milyon bitten sadece bir biti faydalı olsa bile, bu süreç biyolojik evrimden hala yüz bin defa daha hızlıdır… Ancak bilgisayarlar Moore kanununa uyuyor, hızları ve karmaşıklıkları 18 ayda bir ikiye katlanıyor… İnsanoğlu evren tarihinin sadece küçük bir dönemi boyunca varlığını sürdürüyor. (Eğer bu şema ölçeklendirilse ve insanların var olduğu süre 7 cm. ile belirtilseydi, evrenin bütün tarihi bir kilometreden uzun olurdu.)”[1] *** Bilgi artık insanların cebine kadar girdi. Herkesin elindeki akıllı cep telefonunda, insanlığın bugüne kadar sahip olduğu bilginin, internete aktarılmış büyük bölümü var. Yani bu çağın özelliği, herkesin bilgiyi cebinde, elinde taşıması. Bilgi artık insanların cebine kadar girdi. Herkesin elindeki akıllı cep telefonunda, insanlığın bugüne kadar sahip olduğu bilginin, internete aktarılmış büyük bölümü var. Yani bu çağın özelliği, herkesin bilgiyi cebinde, elinde taşıması. Ona ulaşıyor mu, o ayrı bir konu. Ama istediği an ulaşabilir. Daha önce yazmıştım, ama paradoksal olarak, bilgiye ulaşım kolaylaştıkça cehalet de artıyor. Çünkü insanlar ellerindeki akıllı telefonu genellikle sosyal medyaya girmek için kullanıyorlar. Ya da oyun oynamak, chat yapmak için. Bilgi için kullanan çok az. En fazla gazete okuyorlar. Üstelik çağın sorunu, bilgiye ulaşmak değildir. Esas olan o bilgiyi, analiz edip yorumlayabilmektir. İşte gerçek değişim ve dönüşüm, güç budur günümüzde. *** Sosyal psikoloji, sosyoloji ile kişilik psikolojisi arasında yer alır. Sosyal psikolojide üç yöntem vardır: Gözlem (amacı betimlemedir), Korelasyon (öngörmedir) ve Deneysel (nedensellik). “Gözlem Yöntemi: Sosyal Davranışları Betimlemek: insan davranışları yakından gözlemlenerek de birçok şey öğrenilebilir. Belirli bir insan grubunu ya da insanlann davranışı betimlemek amaçlandığında gözlem yöntemi çok yararlı olur. Bu teknikte araştırmacı insanlan gözlemler ve ölçümlerini ya da insanlann davranışlarından edindiği izlenimleri kaydeder. Gözlem yöntemi, araştırmanın konusuna, araştırmacının gözlemlediği insanlarla bağlantısına -ya da onlardan ayn olmasına- ve gözlemlediklerinin ne kadarını nicelemek istediğine göre birçok farklı biçimde uygulanabilir. “[2] İşte okuma eyleminden sonra da yapmamız gereken şeyler bunlardır. Çünkü okuma bir gözlemdir. Okurken aynı zamanda korelasyon kurmalıyız. Ve deneysel (nedensellik) de bunun bir parçasıdır. Sorgulamak ve analiz etmek de, o bilgiyi içselleştirmemizi sağlayacaktır. Olayları yorumlamak kolaydır. Ya da en azından çok zor değildir. Olguları yorumlamak, bundan daha zordur. Kavramları yorumlamak ise, ondan da zordur. En zor olanı ise, olaylar, olgular ve kavramlar arasında bir korelasyon, diyalektik ilişki kurarak yorum yapabilmektir. İşte en zor olan ve günümüzde en çok eksikliği çekilen de budur; başaramadığımız şey, kavram, olay ve olgu arasında doğru bir korelasyon kuramamamızdır. Burada çoğunlukla olayın etkisine çok kapılır ve onun kavram ve olgularla olan korelasyonunu iyi kuramayız. Çünkü güncel olan olay, daima kavram ve olgulardan daha popüler,çekici, renklidir. Bu nedenle çoğu insan kitap okumak yerine, gazete okumayı, ya da televizyonda haberleri izlemeyi tercih eder. Örneğin bazı kişileri, ya da ideolojileri “hatasız, mükemmel” olarak gösteren kitapları okuyamıyorum. Eğer bir kitap, kişilere, olaylara, olgulara ve düşüncelere eleştirel, bilimsel ve nesnel yaklaşmıyorsa, o bir propaganda kitabı olmaktan öteye geçmiyor. Ve böylesi yapıtlar bilimsellikten ve nesnel gerçeklikten uzaklaşıyor ister istemez. Sonuç olarak, örneğin her ne kadar diyalektik materyalizmi savunuyor görünse de, metafizik yaklaşımın sınırlarını aşamıyor. Böyle nesnellikten uzak ve tek yanlı kitapları, farkına vardığım anda hangi kişiyi, ideolojiyi, olguyu anlatırsa anlatsın okumayı bırakıyor ve geçiyorum. Çünkü hiçbir kişi mükemmel değildir bana göre, hiçbir ideoloji de sorunsuz, hatasız ve mükemmel olamaz. Bu anlamda yazılan yapıtlar da… Elbette her yazar, ne kadar nesnel olduğunu iddia etse de, kendi öznelliğini kaçınılmaz olarak içinde taşır ve bunu yapıtına da yansıtır. Ancak bence burada ölçü, kendi öznel gerçekliği ile nesnel gerçeklik arasında diyalektik bir uyum sağlamaya çalışmaktır. İşte o zaman, ortaya çıkan yapıt yüzde yüz nesnel gerçekliğe uygun olmasa bile, ona yaklaşacaktır. Burada hem öznel ve nesnel gerçeklik arasında bir çelişki vardır, aynı zamanda da bir uyum. Karşıtların birliği ve uyumu gibi. Bir diğer nokta, zaten bildiğimizi ya da daha fazla bilgiye sahip olmamızı gerektirecek bir durumu görmememizdir. Birey o kadar kendisine hayrandır ki bu örnekte, en iyi ve en doğruyu kendinin bildiğini düşünmektedir. Bu da öğrenmenin, algılamanın ve o bilgiyi içselleştirmenin önünde bir barikat gibi durur. Bilgiyi öğrenmek yeterli değildir. O öğrendiğimiz bilgiyi, sahip olduğumuz onunla ilişkili diğer bilgilerle, korelasyon kurmamız ve içselleştirmemiz de gerekir. Bu da diyalektik bir süreçtir. İçselleştirme, bilginin özümsenmesi ve ondan azami derecede yararlanabileceğimiz kıvama gelmesi demektir. Artık öğrendiğimiz bilgiyi yorumlayabilecek düzeye geliriz böylece. Feynman Tekniği Einstein’ın “Bir şeyi 6 yaşında bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir.” sözünü, Feynman tekniği daha pratik bir hale dönüştürüyor. Ve öğrenme eylemini, uygulaması oldukça kolay bir yöntemle daha da geliştiriyor. Feynman Tekniği, Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman’ın yarattığı zihinsel bir model. “Büyük Açıklayıcı” olarak da bilinen Feynman Tekniği, hemen hemen herkes için kuantum fiziği gibi yoğun konuları açık bir şekilde açıklama kabiliyeti nedeniyle saygı görüyordu. David Goodstein, Feynman’ın en karmaşık fikirleri en basit ifadelerle açıklayabilmesiyle gurur duyduğunu yazıyor.[3] Öğrenme ve hatırlama konusunda ünlü fizikçi Richard Feynman’ın “Feynman Tekniği” olarak bilinen yöntemi bilinir. Feynman Tekniği dört maddede özetlenir:
Bu tekniğin önemi basitçe uygulanabilir olmasındandır, pratik ve sonuç alıcı bir yöntemdir. Bu yüzden dünyada pek çok okulda da denenir. *** Okuma eylemi, tek başına insanın gelişmesini, aydınlanmasını sağlamaz. Ne okuduğunuz da önemlidir. Hep pembe dizi okursanız elbette gelişemesiniz. Hep edebiyat okursanız, bir yere kadar gelişir, orada durursunuz. Makale okumak ise, insanı bir yere kadar geliştirir elbette, ana insanı asıl geliştiren ve onun entelektüel düşüncelerini besleyen eylem, kitap okuma eylemidir. Milyonlarca kitap arasından iyi kitapları seçmek önemlidir. İyi kitaplar da kişiye değişebilir elbette. Çeşitli türde okumak insan geliştirir. Edebiyatın yanısıra tarih, psikoloji, sosyoloji, felsefe, fizik, ideoloji okumak kişiyi geliştirir, onun kavramları, olguları, olayları diyalektik olarak analiz edebilmesini, bunlar arasında korelasyon kurabilmesini sağlar. Öğrenmek için sorgulamak şarttır. Başta kendi düşünce ve inançlarımız olmak üzere her şeyi sorgulayabilmeliyiz. Her kitapta yazılan her bilgi doğru olmayabilir. Kitap okurken, doğruluğu konusunda ikileme düştüğümüz bilgileri internetten araştırmalıyız. Resmi ideolojiler, kendi resmi tarih anlayışlarını da oluştururlar. Bu anlamda, resmi tarih insanı yanıltır, çünkü nesnel ve doğru değildir. Bu anlamda okurken, resmi ideolojinin tuzaklarına düşmemek gerekir. Hatta “aydın” olarak bilinen resmi tarihçiler vardır. Bunların kitaplarını okurken de, doğruluk bilgisini sorgulamak gerekir. Dolayısıyla ömrümüz az, bilgi hiçbir zaman yeterli miktarda öğrenemeyeceğimiz kadar çok. Bu bilgi denizinde boğulmamak için, yüzmeyi öğrenmemiz gerekir. Erol Anar 18 Kasım 2017 Paraná Dipnotlar [1] Stephen Hawking: “Ceviz Kabuğundaki Evren”, Alfa Yayınları, Birinci Basım: Haziran 2002, s. 168, Yazıyı Hazırlayan: Erol Anar 1965 yılında Samsun’un Havza ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Havza’da tamamladıktan sonra dönem dönem Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi ve 19 Mayıs Üniversitesi Resim bölümlerine devam etti. Öğrenmek için sorgulamak şarttır.
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |