Çocuk aklımla anlamadığım ama yeşiline hayran kaldığım pirinç tarlaları... Ne kadar canlı ne kadar güzel ve göz alıcıydılar. Hayat gibi!!!
O Küçücük Taneler...
Bugün çok sevdiğim bir büyüğüm avucuma biraz pirinç bıraktı. “Anlat bakalım sana bunlar ne söylüyor” dedi. Şaşırdım önce, anlamaya çalıştım ve düşündüm. Sonra düşünmeme şaşırdım. Neden mi? Çünkü öğretileni yaşamayı seçmiş ve sadece öğretilen kadarını yaşamışım. Daha önce gözümde sütlaç ve pilav ya da işte ne bileyim yemek olmaktan başka bir işe yaramayan pirinç yüzüme yüzüme vurdu hayatımda yaptığım belki de en büyük yanlışı. Düşünmemek!!! O küçücük taneleri avucuma alıp düşününce beni çok uzaklara götüreceği hiç aklıma gelmezdi. Anladım ki hiç bir şey basit değil. Çok değil beş dakika düşününce neler neler geliyor insanın aklına, nerelere götürüyor yüreğimizi, yemek olmaktan başka görevi olmadığını sandığımız o küçücük taneler.
Beş dakika sonunda, çocukken yaz tatili için gittiğim Sinop yolunda otobüsün camından gördüğüm o pirinç tarlalarında buldum kendimi. Çocuk aklımla anlamadığım ama yeşiline hayran kaldığım pirinç tarlaları... Ne kadar canlı ne kadar güzel ve göz alıcıydılar. Hayat gibi!!! O anlık görüntü çocuk aklımda ne sorular biriktirmiş unuttuğum. “Nasıl güzel bir yeşil Allahım, ama bu kadar suyun içinde nasıl ekilip toplanıp pilav oluyor bunlar?” sorusunun cevabını bu zamana kadar hiç araştırmadığım için kendime kızdım. Hep üstün körü yaşamak öğretilmiş ve farkında olmadan kabul etmişim. Böyle yaşanır sanmışım ama yanılmışım. Bir avuç pirinç daha şimdiden ne çok şey söyledi aslında değil mi?
Ben ilkokul çağlarındayken annemle her yaz Sinop’a giderdik ve yaz tatili boyunca orada kalırdık. Köy hayatını öğrendim orada. Belki de, bugün bildiğim ve beni ben yapan pek çok şeyi… Dostluğu, komşuluğu, şakalaşmayı, hayvan sevgisini, bugün soframda ekmek diye yediğim şeyin soframa gelene kadar ki yolculuğunu birebir orada yaşadım, öğrendim ve belki de bir başkasının sofrasına ekmek olan o buğday tanelerine emeğim sindi. O çocuk ellerimin emeği… Ne acı ki şimdi bunları çocuklarımıza öğretmek sadece kitaptan okuyarak mümkün. Daha pek çok şeyi hatırlattı bana küçük pirinç taneleri kendisinden beklenmeyen bir büyüklükle. Çocukluğumun unuttuğum hatıraları bir bir canlandı hafızamda. Babaannem mesela... Bardağına ayran doldurduğum gün birden gözümün önüne geliverdi. Gülümsedim. Çünkü “eh” diyerek beni durdurmaya çalışmış ve ben anlamamıştım. Sonra onun içemediği kalan ayranı ben içmiş ve epeyce gülmüştük kendimize. Bana, kendime gülmeyi öğreten güzel kadın nurlar içinde yat.
Dedemin beni, “Senin gibi küçük ve güzel bu kaplarla getir kızım suyu” diyerek gönderdiği köy çeşmesini ve oradan getirdiğim suyu daha önce hiç içmediği çok daha lezzetli bir suymuş gibi içip bana çok büyük bir iş başarmışım hissini ve mutluluğunu yaşatmasını hatırladım. Sabah erkenden kalkıp inek sağmayı, sonra dedemle birlikte o inekleri dağda otlatmaya götürdüğümüzü, dağ meyvelerinden yediğimi, acıkınca yemek için yanımıza aldığımız azığın yani bir tas katık (yoğurt), domates ve ekmeğin lezzetini, şimdinin lavabosunun o zamanlar peşkünlük olduğunu,havluya peşkir dendiğini hatırladım. Annemin yattığımız odada, benim hep dolap sandığım bir kapağı açıp beni yıkadığını, orayı ilk gördüğüm de ki hayretimi hatırladım. Amcamın tabakasından sarıp içtiği o sarma sigarasının tütünlerinin, o tabakaya girene kadar olan macerasını hatırladım. İmece usulünün nasıl güzel olduğunu yeniden yaşadım.
Ve en önemlisi Babamı hatırladım. Neredeyse hiç izin kullanmadan çalışıp, bizi özlese de buna katlanıp, üç ay boyunca köyde yaşamamızı sağlayan Babam... Sayesinde ne çok şey öğrenmiş, ne çok şey biriktirmişim. Çocuk aklımla anlayamadığım bu fedakârlıkların, bana öğrettiklerin ve öğrenmeme vesile olduğun her şey için sana ne kadar teşekkür etsem az... Mekânın cennet olsun baba…
Uzun lafın kıssası, bu güne kadar duygularımı yazdım. Bir çocuğun gülümsemesinde gördüklerimi yazdım. Çiçeği, böceği, suyu, ateşi yazdım ama bir gün karşıma bir avuç pirinç alıp bir şeyler yazacağım aklıma bile gelmezdi. Fark ettim ki, aslında elimdeki hiç bir şeye kıymet vermiyormuşum Düşünmeden, sorgulamadan yaşıyormuşum. Yani bir çok şey öğrenmişim ama o bir çok şeyi de unutmuşum.
Unuttuklarımı bana hatırlatan sevgili pirinç taneleri ve tabi ki çok sevdiğim büyüğüm, Sinan Amcam size de çok ama çok teşekkür ederim...
Dilek AKÇAY
...........................