| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
R.Sinan AKBAŞAK... 'YAKIŞIĞI VAR'Günümüz koşuşturmacası bizi, basit ve geçiştirme çarelere yöneltti ve sonra 'Ben yaptım oldu'lar estetik yoksunluğuna, 'idare ediver' ler prensipsizliğe, 'aman canım nooolcak' lar çizgisizliğe doğru aldı götürdü. Yakışığı var… Geçtiğimiz günlerde antika paltomun düğmesinin olmadığını fark edince Beykoz’un çok yıllara yayılan esnafı Şadan Amca’nın tuhafiye dükkânına uğradım. Benimle birlikte bir bey de girdi. Bir İstanbul beyefendisi olan Şadan amca bana selam verdi, beye hoş geldiniz, buyurun dedi ve ne istediğini sordu. Bir fermuar dedi bey, on – onbeş santimlik olabilir… Koltuğunun altındaki torbada da fermuarın müstakbel konumu pantolon olacak bir paket var. Ne için diye sordu Şadan amca… Bey, canım iş pantolonu önemi yok. Herhangi bir şey olur deyince, küçükten bir ses artmasıyla Şadan amca, olur mu canım… Her işin bir yakışığı var cevabını yapıştırdı. Ben düğme alacaktım… Çok fark etmez diye düşünüyordum… Ama bu düğmeden ve bu boy bu renk olanından olmalı demeye karar verdim. Çünkü Şadan amcanın dünyaya bakış açımıza dair pek çok şeyi anlattığını anladım birdenbire. Evet, her işin bir yakışığı var… Bu cümleciğin içerisinde iş görme becerisinin yanı sıra zarafet de vardı. Biz bunu unuttuk… Bunu fark ettim. Günümüz koşuşturmacası bizi, basit ve geçiştirme çarelere yöneltti ve sonra ‘Ben yaptım oldu’ lar estetik yoksunluğuna, ‘idare ediver’ ler prensipsizliğe, ’aman canım nooolcak’ lar çizgisizliğe doğru aldı götürdü. Bu kolaycılıklar yerini yeni bir dünya görüşü, yeni bir moda anlayışına mı bıraktı bilmiyorum. Bence gözler yavaş yavaş şekilsizliğe alıştı. Bu şekilde devam eden yaşam gittikçe estetik kalitesini kaybetmeye başladı ve döngüye girdik. Daha az beğenerek yaşamak, daha az beğeni gerektiren üretime dönüştü. Ürettiklerimiz itirazsız beğenilmeye başladı ve daha kötülerini ürettik. Bu söylediğimi lütfen sadece tişört pantolona indirgemeyin, bu her konuda oldu… Şekilsiz binalar, anlamsız şarkılar, kitaplar, resimler, çiçek kirliliği yaratan parklar ve hele hele mimar Sinan’ın torunları bizlerin yaptığı ve üstadın kemiklerini sızlatan camiler. Beğenilerimizi, yaşam alışkanlıklarımızı geliştirmek gereklidir dediğimizde kimi dostlarımız, eskiden radyoyu vurarak, arabayı çiviyle, duvarı çamurla tamir ederdik… Yanıtını verdi. Halbuki onlar gerçek çaresizliğin içinde üretilen çarelerdi. Şimdikiler her türlü çareye ulaşmak mümkünken gittikçe yetersizliğe-çizgisizliğe yolculuk başlattığımızın göstergesi… Sadece durumu kurtarıp görüntüyü ihmal ettiğimiz yaşam bizi ilişkilerimizde de çizgisizliğe doğru götürüyor. Sevmeden yaşadığımız ilişkiler, dikkat etmediğimiz detaylar, fark edemediğimiz güzellikler beynimizin depolama (tanıma-kaydetme ) özelliğini kaybettirdi. Herkes herkese, ay bana bir haller oldu, hiç aklımda isim tutamıyorum… Ay ben de bende, dün ne yaptığımı unutuyorum… Demeye başladı. Halbuki beynimiz depolamayı gerçekleştirmeden önce duygusal tanıma- taramadan geçirerek işlem yapıyor.. Yani hatırlayabilmek için sevmek, ilgilenmek ya da nefret etmek gerekli. Sanatsal beğenilerimizden söz etsek mi? Aslında korkuyorum da… Nereden başlasam? Beğenilerimizin yerlerde süründüğünü söylesem haksızlık mı etmiş olurum. Böyle söylemezsem en çok belden aşağı espriler onlara da kahkahayla güldüğümüzü kim bana izah edecek? Hepimizin her şeyi bilmek durumunda olmadığını, pek çok konunun uzmanlık gerektirdiğini, buna rağmen ‘beğenmedim’ deme hakkımızın olduğunu ama asla ‘olmamış’ deme hakkımızın bulunmadığını sürekli söylüyorum. Ama hakaret etmeyi nerden hak gördüğümüzü anlamıyorum… Ben hepsinden geçtim, meydanlarda heykel istiyorum… Duvarlarda tablolar, Parklarda insanlardan korkmayan kuşlar istiyorum. Rastgele yaşamak yerine, farklı, öğrenmeyi devam ettirebildiğim, Televizyonu korkmadan açtığım, gazeteye keyifle daldığım anları yaşamak istiyorum. Yaşam tarzımız ’ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler’... (balıklar denizin içinde denizi bilmezler) şeklinde... Halbuki güzellikler içinde yaşarken bile farklı güzellikleri görülebilmeli… Ağababam rahmetli, yemyeşil orman kenarında billur derelerin yamacında yaşamasına rağmen çok çocuk, beş vakit minberine geçtiği camisi traktörle bile zor ekilebilecek tarlasında çapayla uğraşlarının arasında yılda bir kez çocuklarını alıp sultaniye çayırına pikniğe, bir kez de keçiliğe (Poyrazköy’ün yanındaki koy) deniz kıyısına giderlermiş. En sınırlı zamanımızda nefes arası, en dar günümüzde soluk, en acılı günümüzde ışık yaratabilmeliyiz. Ben, Sabah kalkma sebebimizi kaybetmediğimiz günler, Birbirimizin gözünü içine bakarak selam verdiğimiz, elimizi canı-yürekten sıkan dostlar istiyorum. Öğrendiklerimizi öğretenlerin adını yâd ederek anmayı, öğrettiklerimizle anılmayı ve hiçbir konuda geç kalmamak istiyorum. Geç kalmak derken belki bir gülücük… Boğazın güzel kıyısındaki sandal kiralama barakasının önünde patron megafonunu kaldırıp “99 numaralı sandal” diye bağırmış, “Saatiniz doldu dönün artık”... Dakikalar geçmiş sandalda bir hareket yok.
Sevmenin ve hoşgörü ve özenin yaşam tarzımız olacağı günleri bekliyorum… Ulaşmayı diliyorum. R. Sinan AKBAŞAK
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |