| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
R.Sinan AKBAŞAK... Güven MeselesiGüven önceden yapıya konulan bir duygu - olgu mu, yoksa yaşam koşullarının kotardığı bir ustalık mı? Sinan Akbaşak Güven meselesi Güvenmek nedir, kim kime neden güvenmez veya neden güvenir? Böyle başlıyoruz kafamızı karıştıran onlarca, hatta yüzlerce soruya… Güven önceden yapıya konulan bir duygu–olgu mu, yoksa yaşam koşullarının kotardığı bir ustalık mı? İkinci şıkka göz atacak olursak; bugünlerde kimsenin kimseye güvenmediği özellikle kişilerin kurumlara olan güvenin kaybolduğunu görüyoruz. Tesadüfen izlediğim bir televizyon programında konu ‘güven’ idi ve sunucunun söylediğine göre toplumun her kesimi temsil ediliyordu. Toplumun her kesimi elbette temsil edilmelidir tabii ama bu kadar bariz belli olur mu insanların farklılıkları… Daha bakışından, ‘ben senden değilim’ diye bağıran bir insanı, siz ve biz diye bahseden ve dişlerini sıkarak, hışımla yerinden fırlayan, bıraksalar karşısındakine saldıracak kişileri hangi koşullar oluşturdu? Bir hınç toplumu mu olduk? Daha küçücükken annelerin, ‘sen küçüksün yapamazsın’ deyip engellediği, adımıza karar verdiği, ilk gençlikte uyarmak, yön göstermek yerine, hedefi belirtip ulaşma şeklinizi ve hızını göstererek yardımsız yaşamayacağımızı kafamıza kazıması mı oluşturdu bu günümüzü? Babamızın, ‘daha küçüksün’, öğretmenimizin ‘hiç bir şeyi anlamıyorsunuz’, bir yetişkinin seslenirken ‘hişt küçük baksana’ demesi… Yalnız kaldığımız ilk olayda ‘eyvah’ dememiz bundan mı olmuştu acaba… Tüm güven duygumuzu bir kişide yoğunlaştırıp ters giden bir ilişkide tüm karşımızdakileri güvenilmez ilan etmemiz bundan olabilir mi? Her olayda en kötü örnek verilip en tehlikeli olay anlatılıp kendimizin dışındakilere güvenmemek duygusu gelişirken, kendimize de güvenemediğimizden boşluğa mı düştük? Gerçek konularda kendimizde oluşturamadığımız bu güven duygusu uzmanı olmadığımız ama uzaktan ‘nolur ki… Ben de yaparım’ duygusunu körükleyip, çocukken plastik topa vurmak dışında yakınlığımız olmayan futbol konusunda sporcu, antrenör veya yorumcu şekline geçip ahkam keserek, iki defa seyrettiğimiz tiyatro salonunda oyundan sonra ‘şu oyuncu olmamış… Şu duruş yanlış’ diyerek olmayan güven duygumuzu var gibi gösterebildiğimizi mi düşündük? Bu kadar sorudan sonra size ‘ben kimlere güvenirim’ kavramını açıklamam gerekir her halde. Sahi, ben kimlere güvenirim ki? Acaba televizyon kamerasında her soruya kendi cevap vermeye kalkmak yerine bu konuyu ilgili bakanım ya da müdürüm size daha iyi açıklayabilir diyebilse, o yetkiliyi ve açıklamayı yapan uzmanı daha bir güvenle dinlemez miyim? Seminerde, toplantıda, açık oturumda çok şey anlatan bir uzmanın bir soru ya da bilgide takıldığında lafı dolandırıp konuyu dağıtmak yerine ‘özür dilerim ben bunu bilmiyorum’ demesi daha önce tüm söylediklerini bildiği duygusunu uyandırmaz mı? Ben bu konuşmacıyı uzman haneme yazmaz mıyım? ‘Sorunuz var mı?’ diye soran bir kişi kendine, soruyu sorana güvenmiyor ve üstelik sorunun cevabını da bilmiyorsa vereceği cevap: ‘Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim… Şimdi şöyle… Aslında ben bu soruyu soruş amacınızı ve arkasında kimlerin olduğunu…’ diye konuyu hiç anlamadığınız bir şekilde nerelere götürebildiği rastlanmadık bir şey midir? Böyle olsa bile ‘izin verirseniz bu konuyu burada konuşmayalım’ demesi daha güvenilir olmaz mı? ‘Hayatta yalan söylemedim… Bu işi benden daha iyi bilen yoktur… Şimdi bir şey göstereceğim bayılacaksın… Müthiş bir gösteri hazırladım… Aabi bi film yaptım ki Avrupa almak için ayağıma kapanacak… Bir mantı yaparım parmaklarınızı yersiniz…’leri duyunca bende güven duygusu oluşmaz? Pardon güvendiklerimi anlatacaktım… Az müsaade arıyorum. Güvenin temelinde inanmak ve sevmek yatmaz mı? Bu ikisini de kaybettiğimizi inkâr mı etmeliyiz. ‘İnandım ve sevdim onları…’ Bir öyküde rastladığım bu cümlecik. Bunu anlatmak istiyorum. Bir devlet okulundan çıkan, üst düzey eğitimlere ve mesleklere ulaşan çocukların öyküsü. Aslında elleri öpülesi bir öğretmenin yarattığı mucizeydi anlatılan. Ve ‘nasıl’ sorusuna ‘inandım ve sevdim onları diyerek’ sade ama binlerce kelimeye bedel aynı zamanda tevazuunun doruklarında bir cevap veriyor. Oradan oraya gezindik durduk...Bu konuyu paylaşmak küçük bir köşeye sığmaz. ‘Haydi, gelin şurada şu konuyu tartışalım desek’… Her halde hata olur… mu, ne dersiniz? ‘Aslında en iyi köşe yazısını ben yazardım da gözlüğüm buğulanıyor öyle olmasa ah neler yazardım… Acaba yazdığımı kimler okuyor? Siz kimsiniz beyim… Üçüncü paragrafta onu demek istemedim siz beni yanlış anladınız. Aaa size ne canım, benden daha mı iyi bileceksiniz… Pardon tabii siz öyle söylüyorsanız… Ne demek efendim ne demmeeek. Zaten bendeniz …’ Affınıza sığınarak yaşanmışım olan bir olayı fıkra niyetine anlatacağım. ‘Elektrik şebekesinde çalışıyorum. Grup terfi sınavları var ve sınava tek tek alıyorlar… Her çıkan içerdeki elektrik sayaçlarını sıralayıp sayıyor ve aklınca iyilik yaparak gidiyor… Birinci aktif, ikinci reaktif, üçüncü çarpanlı, beşinci kademeli vs… Sıra bana geldi, içeri girdim. Hakikaten sıralı sayaçlar var… Bu aktif… Bu çarpanlı.. Bu kademeli… Bu? Bunu hiç görmedim dedim. Komisyon başkanı: “Oh Allah’a şükür atmayan biri çıktı… Evladım o sayacı senin görme ve bilme şansın yok, 1960 yılında Almanya’da bir spor kompleksine ait özel ve bir tane üretilmiş bir sayaçtır. Ama herkes tanıdı ve adını söyledi, yani hep attılar, bir tek sen ‘tanımıyorum’ diyerek doğru cevap verdin… Zekamıza hakaret etmediğin için teşekkürler” dedi. İnanın o sınavda sadece ben terfi etmiştim… Güvenilen dost olmanız, güvenebildiğiniz dostlarınızın çok olması dileklerimle…
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |