Gazete Tiyatroterapi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

HABER ARA


Gelişmiş Arama

EN ÇOK OKUNANLAR

KURAL ESNETME VE İÇSELLEŞTİRİLMİŞ AHLAK

KURAL ESNETME VE İÇSELLEŞTİRİLMİŞ AHLAK

Tarih 07 Mart 2013, 12:30 Editör

Kuralları, yaşamın düzeni açısından şart olduğu için uygulamanın “ilkeli olmak”, uygulamamızı istedikleri için uygularsak “ilkel olmak” ....

    

               Kural esnetme ve içselleştirilmiş ahlak...


   Bir çalışma sırasında konu sahnede kurallara gelince, açmak ve hayata uyarlayıp anlatabilmek için     “Saat sabahın üçü, trafiktesiniz, kırmızı ışık yandı, ne yaparsınız?” diye sorduğumda pek çok cevap aldım: “Geçerim”, “Kontrol eder, geçerim”, “O saatte kimse yoksa neden ışık yanıyor ki?”, şeklinde cevapların arasına “Dururum” cevabı bir tane geldi. Neden diye sorunca “Kural budur, kuralların esnetmesi olmaz” cevabını aldık. Sonra gece üçte esnettiğiniz kural gündüz üçte ortam müsaitse uygulanmamaya doğru gider ve sonra da bazen uygulanabilir bazen uygulanmaza dönüşür, sonra da hiç uygulanmaza ulaşır, diye sohbetimiz sürdü. Öğrencilerime bir örnek daha vererek çalışmamızı sürdürdük: Yıllar evvel çalıştığım işyerinde işe başlama saati sekizdi. İşveren on beş dakika tolerans gösteriyordu, ancak bu tolerans 8:18’de gelen çalışan için sadece üç dakika geciktim şeklinde yorumlanmaya dönüşüvermişti. Sonra 8:20 derken, 8:30’a ses çıkarılmamaya başlandı ve işbaşı saati dokuzları geçti. Hatta isteyen istediği saatte gelir oldu; ama kimse geç kalmıyordu. Arada işbaşı 8:00’a geri alınıyor ve yeniden başlanıyordu...

    Sonra hayatımızı incelemeye başladık. Kuralları, yaşamın düzeni açısından şart olduğu için uygulamanın “ilkeli olmak”, uygulamamızı istedikleri için uygularsak “ilkel olmak” olduğu konusunda birleştik. Örnekleri geliştirip, polis var diye kurallara uymanın, polis yokken kuralları çiğnemeye dönüştüğünü gözlemledik. Korunmayan paranın (ç)alınabileceğine ve bekçi yoksa çiçeklerin koparılabileceğine doğru gittik.

   Uzmanlar, kanun istedi diye kurallara uymanın “toplumsal ahlak”, böyle olması gerek diye uygulamanın ise  “içselleştirilmiş ahlak” olduğunu anlatıyorlar. Şimdi şöyle düşünmeye çalışalım: Polis var, ceza var ve tüm kurallara uyuluyor; polis yok, kurallara uymaya gerek yok, çünkü ceza yok. Bunun adı toplumsal ahlak ve pek de makbul bir davranış biçimi olduğunu düşünmüyorum. Bu şekilde oluşan alışkanlıklarımıza çocukluk yaşımızda, yani gelişim ve alışkanlıkların oluştuğu en önemli evrede ebeveynlerin “Yapma, döverim!”, “Öyle konuşma, ağzına çarparım!” şeklindeki yaklaşımın neden olmadığını söyleyebilir misiniz? Dövülme riski yoksa, ağza çarpılmayacaksa, yani tehdit ortadan kalkmışsa, kurala uymaya neden gerek olsun? Halbuki gerekçeleri açıklansa, kural içselleştirilecek ve ceza tehdidi olsun olmasın uygulanacaktı.

   Ve örnekleme hayatımdan minik ama önemli bir anıyla devam etti. Anlatmaya başladım: “Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemim biraz sancılı oldu. Yakınlarımızdan bir üniversite öğrencisinin tez  konusuydum. Yani konu mankenliğinin öncülerindenim. Davranışlarımın yaşımdan ileri olduğu fark edilerek incelemeye alındım ve yüksek IQ sahibi olduğum belirlendi. Bu iyi bir şeydi; ancak beni biraz sıradışı davranışlara itiyordu. Kolay öğreniyor, çok şey başarıyor; ancak  başkaldırı ve tehlikeli denemeler de yapıyordum. Bunlardan birini paylaşacağım: Sene 1969, çok gencim, hatta küçüğüm, çılgıncasına araba kullanma sevdasına tutuldum. Yeni evimiz  pazar kurulan yere oldukça uzak ancak bir taksi pazarın kurulduğu cumartesi günleri servis hizmeti veriyordu. Ben de gönüllü muaviniydim. (34 EL 852, 1956 Chevrolet, kırmızı beyaz, Şaban Bey’e aitti.) Araba durur durmaz fırlıyor, bagajı açıp torbaları indiriyor, yıldırım hızıyla yerime geçiyordum. O araçlar oldukça büyük olduklarından ben kadar çocuğun arka köşeye sıkışması sorun olmuyordu. Bu arada inanılmaz gözlemler yapıyor, araba kullanmanın inceliklerini kaydediyordum. Şaban Bey araba dolana kadar gider dolaşır gelirdi. Ben de bu arada arabayı ileri geri alırdım. Araba Gazi Yunus Sokağı’nın başında Yalıköy Camisi’nin şimdi olmayan şadırvanlı büyük çeşmesinin yanında beklerdi. Seyrek de olsa arkadan bir araç gelir ve yol vermek gerekirdi. Aslında ben bu yol verme işlemini çok seviyordum. Çünkü Şaban Bey yoksa ben yapıyordum  ileri geri manevrasını. Bir süre sonra gerekli gereksiz yapmaya başladım. Bir gün araba dolmuş; ancak Şaban Bey ortalarda yoktu. Ben direksiyonda oturmuş kolumu yan cama koymuş, pikaba da bir plak koymuştum. Üst mahalle komşularımızdan rahmetli Remzi Amca yanımda oturuyordu ve bana: ‘ Ee haydi gitmiyor muyuz? Madem oraya oturdun, öyleyse haydi yürü! ’ dedi. Bugünkü aklımla bunun bir espri olduğunu anlıyorum ama o gün ciddiye alarak marşa basıp muhtemelen bembeyaz olmuş amcanın yüzünü farketmeyip fırladım... Maalesef o yıllarda arabalar yıkansın diye ehliyetsiz gençlere verilir, soranlara da çırak aldım yetiştiriyorum denirdi. Bu yüzden davranışımı kimse yadırgamadı. Ben de  başardım. Kazasız belasız insanları evlerinin önünde indirdim; ancak yetmedi. Eve uğrayıp kendimi göstermeliydim. Uğradım da... Kapıyı çaldım, annemden  bir bardak su istedim. Babam da çıktı: (Babam.. Sevgi, saygı ve rahmetle andığım Gazeteci Subhi.) ‘ Şaban yok mu? ’ diye sordu. ‘ Yok ’ dedim gururla... ‘ Arabayı ben getirdim ’. Babam sesini çıkarmadı ancak: ‘ Arabayı hemen bırak ve gel ’ dedi. Hareket yerime döndüm, bekleyen altı kişiyi aldım, Şaban Bey daha yeni geliyordu. Kişi başı 2,5 liraları da kelebek camın koluna asılı deriden para çantasına  koymuştum; fark bile edilmedi. Heyecanla eve geldim. Babam sert biriydi; ama evimizde korku yoktu. Arabanın fiyatını sordu, ‘ Nereden baksan 45-50 bin liradır plakasıyla ’ diye cevap verdim. Bir yandan da, yaşasın babam araba alacak beni beğendi diye düşünüyordum ve devamı geldi: ‘ Bak sen matematik şampiyonusun (Türkiye ortaokullar arası matematik olimpiyatlarında 7. sınıflar birincisi olmuştum), benim maaşım 450 lira, araba 45 bin lira. Hani, es kaza arabanın başına bir şey geldi diyelim; bu işin altından nasıl ve ne kadar sürede kalkarız, bir hesaplar mısın? ’ diye sordu... Birdenbire yer yarılsaydı da içine girseydim diye düşündüm. Hayatımda en çok utandığım an bu andı. Nasıl böyle birşey yapabildiğime inanamıyordum;  ama olmuştu ve bir daha ehliyet sınavlarına hazırlanana kadar direksiyona oturmadım. Babamın davranışı benim ahlakı içselleştirmemi sağlamış,  ayrıca çocuklarıma ve yetiştirdiğim insanlara da örnek olabilmemin yolunu açmıştı. Ancak şurası kesin ki, ‘ Senin bacaklarını kırarım! ’ diye yaklaşsaydı, ertesi günü kamyonla kapıya gelir, bakalım nasıl bacaklarımı kıracak diye beklerdim...

   İşte davranış biçimlendirmelerine ve içsel ahlaka yaşantımdan bir örnek ” diye bitirdim çalışmayı. Ve bugün sizlerle paylaşmak geldi içimden. Herkese sevgiler..Anlatıda adı geçenlerden yaşayanlara selam, ölenlere rahmet olsun...

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

R. Sinan AKBAŞAK... Köşe Yazıları

Nerede hata yapıyoruz... R.Sinan Akbaşak

Nerede hata yapıyoruz... R.Sinan Akbaşak ...televizyon kanallarımızdan bir bey elinde mikrofonla yakaladığı insanlara sorular soruyor. Özde basit sorular an...

Kelimelerin Senfonisini dinler miydiniz... R.Sinan AKBAŞAK

Kelimelerin Senfonisini dinler miydiniz... R.Sinan AKBAŞAK ... ve siz dinleyesiniz diye "Kelimelerin Senfonis"i tek kişilik gösteri olarak ayda iki kez karşınızda olacak... D...
 İSTANBUL Hava durumu


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi