Gazete Tiyatroterapi
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

HABER ARA


Gelişmiş Arama

EN ÇOK OKUNANLAR

CAHİLİN FENDİ…Vedat SINMAZ

CAHİLİN FENDİ…Vedat SINMAZ

Tarih 19 Ekim 2016, 08:25 Editör

Değişik yörelerden gelen insanlar kendi kültürlerini, kendi yaşam biçimlerini uygulamaya çalışmış...



                    CAHİLİN FENDİ…


   Kuzey kutbunun bilmem kaç bin mil güneyinde insanların kardeşçe yaşadığı, sevginin saygının hoşgörünün tavan yaptığı bir sahil kasabası varmış. Kasaba sakinleri genellikle okumuş elit kültürlü insanlardan oluştuğundan pek fazla kargaşa yaşanmazmış, arada bir, ufak tefek çocuk kavgaları, bazı ergenlerin haylazlıkları olsa da büyükler araya girip olayları büyümeden yatıştırırlarmış. Yani, büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilir, huzur içinde yaşayıp giderlermiş.

Yıllar yılları kovalamış, zaman içinde kavramlar değişmiş, insanlar değişmiş, teknoloji ilerlemiş, yöreye yeni yeni okullar, marketler, binalar, işyerleri yapılmış. Bu hızlı gelişime paralel olarak hızla göç alan yörenin nüfusu da bir hayli artmış, değişik simalar, değişik karakterlerdeki insanların katılımı ile yeni bir oluşum başlamış.

Değişik yörelerden gelen insanlar kendi kültürlerini, kendi yaşam biçimlerini uygulamaya çalışmış, hal böyle olunca da yılların birikimi olan kent kültürü ortadan kaybolmuş. Her şey tam anlamıyla arabesk bir yaşam tarzına dönüşmüş.

Önce selamlaşmalar ortadan kalkmış, sonra bakışlar değişmiş, herkes birbirini ötekileştirmiş, birbirlerin giyimlerini, şivelerini, yaşam felsefelerini gizli eleştirmeye başlamışlar. Toplum ruhu, komşuluk, arkadaşlık hızla ortadan kalkmış. Dedikodular, çekememezlikler, kavram kargaşaları almış başını gitmiş, birbirlerinin canı ciğeri olan insanlar hızla toplumdan uzaklaşarak, kendilerini evlerine ve sekiz santimetrekarelik cep telefonlarının içine hapseder duruma gelmişler.

Beldede huzursuzluk ve düzensizlik almış başını gitmiş. Okul önleri, kaldırımlara park edip son ses  iğrenç müzik açarak gürültü kirliliği yapan araçlarla dolmuş. Sokak aralarında 7/24 usanmadan bağırıp çağırıp tozu dumana katan seyyar satıcılar türemiş. Mahalle sakinleri önce tepki koymaya çalışmış, ama hangi birine tepki koyacaksın? Bir değil, iki değil, üç değil, sürüsüne bereket maşallah...

Hafta sonları insanlar aile bireyleri ile toplu kahvaltı yapıp, bir arada olmanın huzurunu yaşamak isterler. Ne mümkün? Saat sekizde önce bir hoparlör cızırtısı ve hemen ardından sekiz oktavlık tiz detone sesle,

"Patatiyeeeeeez!" Sesi ile irkilirler. Daha birbirlerine " Günaydın" Demeden o detone ses yine haykırır, " Patatiyeeeez, taze patatiyeeeez... Beş kilosu on liraaaaaa...."

Patatesçi ile bitse buna da şükür diyecekler. Hemen peşinden domatesçi ardı sıra hurdacı, halıcı, kilimci, overlokçu, simitçi, kahveci,  gazozcu, şinanay da yavrum şinanay.

Mahalle sakinleri önce bireysel olarak mücadele etmeye kalkmışlar, satıcıları ikaz ettiklerinde aldıkları klasik cevap " Naapalım abi ekmek parası?" Olmuş. Biraz daha üzerlerine gittikçe masum tavırlarını takınarak " İdare et abiiiii..." Cevaplarını almışlar. Bu gürültü, patırtı, kargaşa sadece sokak satıcılarından kaynaklanmıyormuş. Başıboş köpeklerin gece boyu havlamaları, her maçtan sonra nereden geldiği belli olmayan silah sesleri, gece yarısından hemen sonra maganda düğünlerinde atılan havai fişekler milleti iyice canından bezdirmiş.

Önce, mahalle muhtarına gitmişler. Muhtar, elinden geleni yapacağını söylemiş ama yine de her ihtimale karşı belediyeye başvurmalarını önermiş. Belediyeye gitmişler, belediyeki ilgililer yazılı dilekçe vermelerini önermişler, yazılı dilekçe verilmiş, cevap gelmemiş, cevap gelmeyince bir daha gitmişler, başkanla görüşmek istemişler, başkanı makamında bulamamışlar. Nerede olduğunu sorduklarında bilmem ne köyüne pilav dağıtmaya gittiğini öğrenmişler. Bikaç gün sonra bir daha gitmişler, başkan yine yokmuş. Bu defa da kardeş belediyeleri ziyaret için yurt dışında olduğunu öğrenmişler.

Uzun uğraşlar sonunda başkan yardımcılarından birine ulaşmışlar, dertlerini anlatmışlar, başkan yardımcısı ilgiyle dinlemiş, gereken önlemlerin alınacağı sözünü alıp, içleri rahatlamış şekilde beldelerine dönmüşler.

Hemen ertesi sabah mahalleye belediyeden ekip gelmiş, seyyar satıcıları ikaz edip ses cihazlarını sökmüşler. Okulun önüne de trafik zabıtası gelip, kaldırıma parkeden araçları kaldırtırmış. Mahalleli o günü huzur içinde geçirmiş.

Ertesi gün gün ağardığında herkes güne huzurla başlayacağını sanarak uyanmış. Nah huzurla başlarsın! Sabahın sekizinde yine gürültü, yine patırtı, yine kargaşa…

Üşenmemişler, bir daha belediyeye gitmişler, bu sefer yarı ilgiyle karşılaşmışlar, dertlerini anlattıklarında karşılarındaki görevli çatık kaşla,

" Kardeşim, çöpünüz toplanmıyor mu? Cenazeleriniz gömülmüyor mu? Mahallenize otobüs yollamadık mı?" Gibi, sözler işitip bir güzel azarlanmışlar. Yine de pes etmeyip dertlerini yinelemişler. Bu defa farklı bir cevap almışlar,

 

" Kardeşim, şikâyet ettiniz, ekip gönderip gereğini yaptım. Benim bir sürü işim var. Ergün her gün sizle uğraşacak vaktim yok. Hem sizden başka şikâyetçi olan yok ki. Herkes halinden memnun. Sizin derdiniz ne? Azıcık idare edin, her şeyi duymayın, her şeyi görmeyin, zırt pırt arıza çıkarmayın" Diye bir güzel azarlanmışlar.

Aralarından birkaç kişi itiraz etmek istemiş,

"Elbette yaptığınız iyi şeyler için teşekkür ediyoruz. Zaten belediyelerin asli görevleri bunlar. Ancak, bizler yaşam kalitemizin düşmesini istemiyoruz. Huzur içinde yaşamlarımızı sürdürmek istiyoruz. Bunun için de sizden yardım istetiyoruz, kendimize kişisel bir çıkar sağlamak için buraya gelmedik." Demişler. Görevli daha da sertleşmiş,

" Köprüler yaptık, yollar yaptık, parklar yaptık, her tarafı betonla doldurduk, ayağınızı çamurdan kurtardık. Yine de size yaranamadık. Bir beldenin yaşam standardı ancak böyle yükselir, sizlere de hiç iyilik yaramıyor." Demiş ve sözü noktalamış.

Bir hafta sonra Hüseyin Bey evini emlakçiye verip, bir ege kasabasına yerleşmek üzere eşyalarını toplayıp yola çıkmış, peşinden Mehmet Bey de beldeyi terk etmiş. Ardından birkaç aile daha pes edip başka diyarlara göç etmiş. Mahallede eskilerden hemen hiç kimse kalmamış.

Ertesi gün satıcılar inadına daha çok bağırmaya başlamış, başıboş köpekler inadına daha çok havlamışlar, trafik magandaları inadına kaldırımları daha çok işgal etmiş, yalnız bu sefer onlar da biraz tarz değiştirip arabesk müzikten arınıp rahmetli Whitney Houston'un " Will olweys lav yuuuuuu" Şarkısını sonuna kadar açıp çevreye  zorunlu konser vermişler. Geceleri silahlar daha çok atılmış, havai fişekler ardı ardına patlamış. Gürültü, patırtı, kargaşa son hızıyla devam etmiş. Sonunda alimlere karşı yapılan bu savaşı ne yazık ki cahiller kazanmış.

Mahalle sakinleri ne mi yapmış? Ne yapacaklar ki? Zaten çoğu pes edip bölgeyi terk etmiş. Kalan üç beş bilinçli bireyin hukuk mücadelesi umutsuzca devam ediyor. Üst mahkeme, Danıştay, Yargıtay filan uğraşıp duruyorlar işte...

Gürültüsüz patırtısız yaşamanız dileği ile hoşça kalın.

                                                                     Vedat SINMAZ


................................................


Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Vedat SINMAZ

SEVİYE... Vedat SINMAZ

SEVİYE... Vedat SINMAZ ...ben hiçbir oyuna kötü demem. Diyemem de... Çünkü büyük bir emek,özveri,aylarca süren provalar ve iki saat boyunc...

Tavuk... Vedat SINMAZ

Tavuk...    Vedat SINMAZ Demin de söyledim ya, bizde kümes içi demokrasi var. Horoz horozluğunu, tavuk tavukluğunu, piliç piliçliğini, civci...
 İSTANBUL Hava durumu


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi