| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Erdem KOZAN...'Orijinali varken maceraya ne gerek var?''Orijinali varken maceraya ne gerek var? Al kırmızı paketi eline, koy kupaya, suyu ekle' Diyerek reklâmı bitiriyor. Aslında sadece reklâmı bitirmiyor. Beynimizde yer etmiş o yaygın kanıyı da açığa vuruyor... “Orijinali varken maceraya ne gerek var?” Yıl 2010. Televizyon kanallarında dünyaca ünlü bir firmanın reklâm filmi oynuyor. Reklâm bir apartman dairesinde geçiyor. Dairede gençler toplanmış deney yapıyorlar ve birden büyük bir patlama meydana geliyor, etraf toz duman oluyor. Ardından toz içindeki perperişan bir genç: “— Kremayı koyuyorum şekeri fazla geliyor. Kahvesini koyuyorum bu sefer de kremayı tutturamıyorum.” Diyor ve sonra ekrana gelen bir kız alaycı bir şekilde: “— Beyler! İstediğiniz kadar deneyin. Tutturamazsınız…” Diye son noktayı koyuyor. Sonra gelen dış ses: “Orijinali varken maceraya ne gerek var? Al kırmızı paketi eline, koy kupaya, suyu ekle…” Diyerek reklâmı bitiriyor. Aslında sadece reklâmı bitirmiyor. Beynimizde yer etmiş o yaygın kanıyı da açığa vuruyor.
Yıl 1936. Devrin en zengin iş adamı olan Nuri Demirağ, devletin ilk uçak fabrikasını kurma girişimine başlıyor. O yıllarda ordunun uçak ihtiyacı halktan ve zengin işadamlarından toplanan bağışlarla karşılanıyor. Kendisinden uçak satın almak için başlatılan bir bağış kampanyasına katılması istendiğinde “Benden bu millet için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.” sözleriyle karşılık veriyor. İstanbul’da Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi’nin yanında atölye binası inşa ediliyor (Deniz Müzesi’nin solunda bulunan büyük sarı bina). Deneme uçuşlarını yapabilmek için Yeşilköy’deki Elmaspaşa Çiftliği’ni satın alıyor ve üzerinde büyük bir uçuş sahası, hangarlar ve uçak tamir atölyesi yaptırıyor. (Bu alan, günümüzde Uluslararası İstanbul Atatürk Havalimanı olarak kullanılır.) Uçakları kullanacak Türk pilotların yetişmesi için bir havacılık okulu ihtiyacı doğuyor ve pistin bulunduğu arazide Gök Okulu kuruluyor. Okulda 1943 yılında kadar 290 pilot yetiştiriliyor. Beşiktaş’taki uçak fabrikasında üretilecek uçak ve planörlerin planını Türkiye’nin ilk uçak mühendislerinden Selahattin Reşit Alan çiziyor ve 1936’da ilk tek motorlu uçak üretiliyor (ND-36). 1938’de de çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağı yapılıyor (NuD-38). Bu uçak, 1944 yılında dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alınıyor. Dünya’nın büyük uçak üreticileri de bu gelişmeleri dikkatle takip ediyor.
İlk uçak siparişini 1938 yılında Türk Hava Kurumu (THK) veriyor. THK tarafından sipariş edilen 65 planör kısa sürede teslim edildikten sonra; NuD-36 adlı 24 eğitim uçağı tamamlanıyor ve deneme uçuşları İstanbul’da başarıyla gerçekleşiyor. Uçakların teslimi için Eskişehir’de bir kez daha test uçuşu yapılması talep ediliyor. Test uçuşunu uçuş tecrübesi az olan başmühendis Selahattin Alan’ın kendisi yapıyor ve iniş sırasında kaza geçirerek hayatını kaybediyor. Bu kazadan sonra THK tüm siparişleri iptal ediyor. Nuri Demirağ, THK’yı mahkemeye veriyor. Mahkeme THK lehine sonuçlanınca fabrika ve Gök Okulu kapanıyor; Yeşilköy’deki tesisler havaalanı yapılmak üzere istimlâk ediliyor; İspanya, İran ve Irak’tan alınan siparişler engelleniyor; elde kalan uçaklar hurdacıya satılıyor. Nuri Demirağ’ın davayı kaybettikten sonra hükümet üyeleri ve cumhurbaşkanına mektuplar yazarak yanlışlığın düzeltilmesi için yaptığı girişimler başarısız oluyor; fabrika tekrar açılamıyor ve o da o malum dış sesi duyuyor. “Orijinali varken maceraya ne gerek var?”
Hikâye hep aynı… Yıl 1961. Devlet Demiryolları Fabrikalar ve Cer Daireleri ile Fabrikalarının yönetici ve mühendislerinden 20 kadarı Ankara’da bir toplantıya çağırılırlar. Toplantının konusu yerli üretim bir binek arabadır… Uzun uğraşlar sonucu 2 adet araba üretilir. Adına ‘Devrim’ denir. Arabanın kamuoyuna tanıtılacağı gün Ankara’da bir tören tertiplenir. Araçların törene nakli sırasında güvenlik nedeniyle benzin depoları boşaltılır. Yalnızca manevra yapacak kadar benzin bırakılır. Meclis’e eskort eşliğinde gidilecektir ve yolda benzin alınacak tek yer Sıhhiye’deki benzin istasyonudur. Bu durumdan eskorttakilerin haberi yoktur ve istasyona uğramadan devam edilir. Araçlar Meclis’e ulaşır. Meclis bahçesindeyken zar zor bulunan bir miktar benzin 1 numaralı araca konur. 2 numaralı araca da benzin konacakken Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel merdivenlerde gözükür. Hızla ilerleyen Cemal Gürsel Anıtkabir’e gitmek üzere 2 numaralı arabaya biner ve araç 100 metre daha gider, benzini bittiği için durur. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı 1 numaralı araca geçerek yola devam eder ve Anıtkabir’e ulaşır. Ertesi gün gazete başlıklarında “100 metre gidip bozuldu” ifadeleri yer alır. Anıtkabir’e ulaşan diğer araçtan ise kimse bahsetmez…
Yıl 1968. İki tane otomobil fabrikası kurulur. Biri Türkiye’de Türk Otomobil Fabrikası Anonim Şirketi Tofaş’ın, diğeri ise Güney Kore’de Hyundai şirketinin. Bugün iki şirketi karşılaştıralım. Güney Koreli şirket bir dünya markası haline gelmişken, Tofaş markası tarihe gömülmek üzeredir.
Nereye göz atsanız bunun gibi hikâyelerle karşılaşırsınız… Bir şeyler yanlış yapılıyor ve nedense üreten, icat eden hep engelleniyor, hor görülüyor. Avrupalı Edison’a 1000 kere deneme fırsatı verilirken, bizim insanımıza bunun çeyreği bile çok görülüyor. Ülke dışında bir suçlu aramaya gerek yok. Atalarımız dahi ‘eski köye yeni adet getirme’ derken tam olarak bu anlayışı yansıtmıyorlar mı? Otur, iş çıkarma, üretme…
Dış ses ne kadar “Orijinali varken maceraya ne gerek var?” dese de içimizdeki ses “Bizim maceraperestlere ihtiyacımız var!’ diye haykırıyor.
Erdem Kozan
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |