İsviçreli bilim adamları, sosyal paylaşım sitelerinin, aşırı kıskançlığa ve depresyona neden olduğunu açıklamış. Arkadaşlarının daha renkli bir sosyal hayatı olduğunu görenlerin kıskançlık duygusuyla baş edemediği ve sonunda onlar gibi olmaya çalışıp başaramayınca depresyona girdikleri sonucuna ulaşılmış.
Sosyal medya kimlerin hoşuna gitmiyor?
İsviçreli bilim adamları, sosyal paylaşım sitelerinin, aşırı kıskançlığa ve depresyona neden olduğunu açıklamış. Arkadaşlarının daha renkli bir sosyal hayatı olduğunu görenlerin kıskançlık duygusuyla baş edemediği ve sonunda onlar gibi olmaya çalışıp başaramayınca depresyona girdikleri sonucuna ulaşılmış.
Finlandiyalı bilim adamları, bu sitelerin sosyal açlığı sanal olarak tatmin ettiği için bireyleri yalnızlığa ittiği sonucuna ulaşmış.
Kamboçyalı bilim adamları ise…
Kimse inkâr edemez ki son 4-5 senelik periyodda, hayatımızı müthiş bir hızla işgal eden olgu, sosyal paylaşım siteleri ve sosyal medyadır. Milyonlarca üyesi, sürekli yenilenen dinamik bir içeriği ve tabii ki dönen büyük ekonomik çarkıyla sosyal medya, dünyamız içerisinde yeni bir dünya kuruyor. Bu olgu hakkında kitaplar, makaleler, tezler yazılıyor ve filmler çekiliyor. Uzmanlar sosyal medyanın hayatımıza olan etkilerini tartışmak için kıymetli zamanlarını harcıyorlar. Ticari kuruluşlar sosyal medyanın nabzını tutabilmek için bu işten sorumlu elemanlar istihdam etmeye başlıyorlar. Sosyal medyada yer alan içerikler hukuk ya da ceza davalarına konu olabiliyor, bu davalarda delil olarak değerlendirilebiliyor.
Ve tüm bunların ardından takvimler 4 Ocak 2011’i gösterdiğinde Tunus’ta dünya, ‘Sosyal medya devrimi’ terimiyle de tanışıyor. Ardından 25 Ocak 2011’de Mısır’da da bu ‘devrimin’ (gerçek anlamda bir devrim oldukları tartışmalıdır) ikinci perdesini izliyoruz. Yönetimi protesto eden gençler, sansür girişimlerine rağmen sosyal medya üzerinden organize oluyor, taraftar topluyor ve gelişmeleri dünya ile paylaşıyorlar.
Bu yaşananlar şu an okurken kulağa normal gelse de oldukça yenidir. Medyanın tartışmasız kralı televizyonun tahtı sallantıda. Öyle ki televizyonda yer alan haberlerin önemli bir bölümünün kaynağı artık sosyal medyadır.
Bu olgunun Türkiye bazından ele alınması ise bize bazı genellemelere başvurma imkânı vermektedir. Çok iyi biliyoruz ki halk olarak ‘yeni’ olana adapte olma hızımız oldukça yüksek. Bu hızımız ‘tüketim’deki uzmanlığımızla paralel olarak gelişiyor. Bu olgu açısından genellememiz bizi yine yanıltmıyor ki yayınlanan istatistiklere göre Türkiye, dünya sosyal medya kullanımı sıralamasında dördüncü sırada.
Kullanım sayısı bu kadar yüksek olunca da haliyle bilgisayar ya da telefon başında geçirilen onca zaman, gerçek sosyal hayattan kopuş ve başta da belirttiğim, uzmanların bu ve bunlar gibi tespit ettikleri olumsuzluklar kaçınılmaz oluyor. Ancak yin yang felsefesi gibi sayılan bu olumsuzluklara rağmen sosyal medyanın, özellikle ülkemiz açısından bazı olumlu sonuçları da haiz olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sosyal medya, tekdüzeleşmiş, iktidarların -tabiri caizse- borazanlığını yapan basına karşı (şimdilik) hatırı sayılır bir alternatif oluşturuyor. Bunu nasıl yapıyor?
- Muhalif yayın yaptığı için, iktidardan fırça yemek istemeyen şirketlerin reklam vermediği ve bu yüzden mali sıkıntılar içinde olan, önünüze her çıkan gazete bayiinde bulamayacağınız gazeteler, herhangi bir maliyeti olmadan sosyal medyada yer alma imkânına kavuşuyorlar.
- Yandaş basında kesinlikle duyamayacağınız, göremeyeceğiniz haberler, muhalif gazeteler ya da özel şahısların çabası ile sosyal medyada saniyeler içerisinde binlerce kişiye ulaşabiliyor.
- Baskılar nedeniyle işine son verilmiş köşe yazarları, sosyal medyada özgürce yazılarını paylaşabiliyor.
Yukarıdaki ‘şimdilik’ vurgusunu biraz açmak gerekirse; hatırladığınız üzere, geçtiğimiz sene bir Wikileaks fırtınası kopmuştu. ‘Süper Güç’ün medyası tarafından ne kadar, solcu-aktivist olarak nitelendirilse de Julian Assange, NED’den (Amerikan “demokrasisini” dünyaya yayma kuruluşu) ödül almış, uslu bir aktivisttir. Wikileaks belgeleri görünüşte, ABD dâhil, birçok ülke yönetimini mağdur etti. Ancak gerçek mağdurlar ülkelerinde halk ayaklanmaları çıkan, ABD’nin hâlihazırda gözden çıkardığı yönetimlerdir. ABD ise internetin bu tehlikelerine karşı önlem alarak ‘mağduriyetini’ gidereceğini duyurmuştu. Bu önlemin ‘siber kontrol’ olacağını tahmin edebiliyoruz. İnternetin, internet deyince de günümüzde akla ilk gelen sosyal medyanın tekdüze basına alternatif oluşturması bazılarınca hoşa giden bir durum değil. Bahaneleri de hazır: “Güvenliğimiz tehdit altında.” Bu hoşa gitmeme durumunun da öyle az buz olmadığını görebiliyoruz. Pire için yorgan yakabilecek seviyede…
Erdem Kozan