| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Levent ARTÜZ... SONUÇYine aynı raporun son bölümünde konu ile ilgili farklı uzmanların görüşlerine yer verilmekte ve bu da 'Çevre ve Yönetim Konularında Görüşler'başlığı Altında yer almaktadır. Gerekçe: proje sahası gibi karmaşık bir deniz çevresinde optimum üretimin korunması için doygunluk seviyesine yakın ÇO konsantrasyonu gereklidir. Oksijenin daha düşük seviyeye indirilmesi ile balık ve balıkların besin maddesi olan organizma üretiminde azalma meydana gelir. (sayfa 149) “Çözünmüş Oksijen Konsantrasyonlarının Düşmesi” başlığı altında; “Atık sular alan ve/veya ötrofikasyon geçiren birçok su kitlesine benzer şekilde, alt tabakadaki oksijen konsantrasyonu giderek azalacak ve nihai olarak oksijensiz (anaerobik) duruma gelecektir. Sıfır ÇO seviyesine erişilmeden evvel, alt tabakaya bağımlı olan canlılar kaybolacaktır. (sayfa 150) “Ticari ve Sportif Balıkçılığa Mümkün Etkiler” başlığı altında; “Kirletici ve toksik maddelerin muhtemel etkileri evvelce müzakere edilmişti. Çözünmüş oksijen seviyesinin 5mg/lt’nin altına ve özellikle 2 mg/lt’nin altına düşmesi, türlerin terkibini ve bolluğunu değiştirerek balıkçılığı etkileyecektir.” Yine aynı raporun son bölümünde konu ile ilgili farklı uzmanların görüşlerine yer verilmekte ve bu da “Çevre ve Yönetim Konularında Görüşler” başlığı Altında yer almaktadır. Bu raporlardan birincisi; Gönderilen: C.E. Klein, Gönderen: D.A. Okun, : İstanbul Metropolitan İdaresi için bir Atık su Toplama ve Uzaklaştırma programının Sağlayacağı Yararlar başlığı altında yer almaktadır. Söz konusu raporda; Balıkçılık Endüstrisinin Korunması ve Geliştirilmesi: ana başlığı altında şu görüşlere yer verilmektedir. Dünyanın birçok yerinde, yiyecek sıkıntısı ve hatta açlık, büyük bir sorun olmaya başlamıştır. Barındırdığı nüfusu besleyebilmek için yiyecek maddesi ithal etmek zorunda kalan ülkeler ekonomik açıdan çok güç durumda kalacaklar buna karşılık, tükettiğinden fazla yiyecek maddesi üretebilen ülkeler ise bu olgudan yararlanacaklardır. Türkiye'deki yiyecek maddesi imkanlarından önemli biri, deniz balıkçılığıdır. Ancak, ülkenin balıkçılık açısından son derece önemli kaynaklarından bazıları, İstanbul Metropoliten Bölgesinden gelen kirlilik yükü ile ciddi şekilde tehdit edilmektedir. Koruyucu tedbirlerin alınmaması halinde, deniz ürünleri endüstrisi tamamen kaybedilebilir. Tehlikenin iki kaynağı vardır:l. Hiçbir ayırım gözetmeden bütün artık suların Marmara Denizine akıtılması, ticari önemi olan balıkların bu denizin İstanbul'un doğuşu ve batısında kalan bölgelerinde kıta sahanlığı boyunca yumurta bıraktıkları yerleri ciddi şekilde tehdit etmektedir. Kabuklu deniz hayvanları kirlilikten Özellikle etkilenirler ve kirlenmeye yol açan maddeleri kendi bünyelerinde topladıklarından yenmiyecek hale gelirler, İstanbul'da, gelecekte en fazla gelişmelerin beklendiği bölgelerde, artan nüfus ve gelişen endüstri ile birlikte bu durum daha da ciddiyet kazanacaktır. 2. Ağır metaller ve sentetik organik maddeleri içeren endüstriyel artık suların kontrolsuz olarak denize akıtılması balıkların zehirlenmesine yol açmaya başlamıştır: bu durum devam ederse balıklar satılamaz hale gelebilir. Artık suların büyüyen İstanbul'dan hiçbir ayırım gözetmeksizin denize akıtılması Akdeniz'den gelen göçmen balıkların İstanbul Boğazı yoluyla Karadenize geçmelerini engelleyeceğinden, Karadeniz balıkçılığını da Önemli ölçüde etkileyebilecektir. Böyle bir durum uluslararası ve ekonomik sorunlar yaratabilir. İstanbul ve çevresinden evsel ve endüstriyel artık suların denizlere kontrolsuz olarak rastgele verilmesine devam edilmesi halinde, balıkçılık endüstrisi tehdit altında bulunacaktır. Bu durumun düzeltilmesi için alınması gereken tedbirlerin geciktirilmesi kirlenmenin önlenmesi açısından, bu tedbirlerin hemen alınmasına kıyasla çok daha az etkin olacaktır. Kabuklu deniz hayvanları yataklarının ve balık yumurtlama yerlerinin zarar görenlerinin yeniden kazanılması çok uzun zaman istemektedir. Diğer taraftan, iyi bir artık su kontrolü sayesinde, artık su içindeki besin maddeleri ile balık üretimi geliştirilebilir.
Bu bölümde koyu olarak belirtilmiş bölümler de olduğu gibi söz konusu rapordan olduğu gibi buraya aktarılmıştır. Raporlarda 1975 senesinde yazılanlar günümüzde tam anlamı ile gerçekleşmiş durumdadır. AB 90’lı senelerin ortalarında Marmara Denizi menşeli midye, istiridye, kum midyesi gibi çift kabukluların topraklarına girişini yasaklamıştır. Durum bu mertebeye gelmişken; Su Ürünleri Düzenleme “tebliğleri” ile stokların azalmasının faturası balıkçıya kesilirken, çevreyi sorumsuzca kirleten, insan sağlığını hiçe sayarak tehlikeli maddeleri hiç çekinmeden ortama bırakan çevrelerin yerine, bu olaylarda hiçbir katkısı ve suçu bulunmayan balıkçıların cezalanması yönünde haksız bir uygulama ortaya çıkartmaktadır. Su kirlenmesi, söz konusu ortamdaki su ürünlerinin azalmasına, kalanların yenemeyecek boyutlarda zehirli madde ve hastalık yaratıcı mikroplarla yüklenmesine, av araç ve gereçlerinin normal süresinden çok daha önce yıpranarak kullanılamaz duruma gelmesine, su ürünlerinin başka alanlara göçmesine, yaşamlarını yitirerek yok olmasına neden olmaktadır. Marmara Denizi’nde yıllar yılı avlanan ve geçimlerini avuçlarının içi gibi bildikleri bu sulardan çıkaran balıkçılar, ÖTV siz bile olsa akaryakıtın altın değerinde olduğu günümüzde, millerce yol kat ederek kendilerine belki de kısa süre sonra kirletilecek ve terk etmek zorunda kalacakları yeni av alanları aramak ya da aile mesleğine son vermek zorunda bırakılmaktadır. Kimse işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırılamayacağına göre, balıkçıyı kısmen de olsa koruyacak önlemlerin alınması gereklidir. Karada üreticilerin karşılaştıkları afetlerde olduğu gibi, başlı başına bir afet olan su kirlenmesinin etkisi altında kalan bölgelerde “hasar ve neden” saptaması sonucunda balıkçıların uğradığı zararların, özellikle kirletenden alınacak cezalarla karşılanması hukuk devleti anlayışının kaçınılmaz bir görevi olsa gerektir. Ana proje (DAMOC 1971) ve revizyonun (CAMP-TEK-SER 1975) hazırlanmasından ve önceki yıllara dayanan gözlemlere rağmen ısrarla uygulamaya devam edilmesi sırasında Boğaziçi’nden çok sular akmıştır. Halbuki, bu konuda göze alınan harcamalar, değil İstanbul’un, Türkiye’nin genel bütçesi içersinde dahi, hiç de azımsanmayacak boyutlara ulaşmış ve yalnızca bizi ve çocuklarımızı değil, torunlarımızı bile büyük bir borç yükü altına sokmuştur. Bu bilgiler ışığında, “Pek iyi de, İstanbul’un kangrenleşmiş atık ve kanalizasyon sorununa çare bulunmasına karşımısınız?” diye sorulabilir. Belki de, “Zaten atıklar yüzlerce basit lağımdan Boğaz’a ve Marmara’ya akmıyormuydu?” diye karşı çıkılabilir. Bu sorular tamamen haklı tepkileri dile getirmektedir. Ancak, günümüzde gerçek sorun İstanbul Metropolünün kanserleşmiş atık ve kanalizasyon sorununa çare bulunup, bulunmamış olması veya böyle bir girişime körü körüne karşı çıkılıp çıkılmamış olması değil, milyarlarca dolarlık iç ve dış kaynaklı finansmanı gerektiren böyle bir projenin soruna gerçekçi bir çözüm getirip, getirememiş olduğu konusunda düğümlenmektedir.
Son Levent ARTÜZ
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |