| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Sıfır atık!... M Levent ArtüzMedyada dolaşan bir kısa görsel seyrettim. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hazırlamış. Sıfır atık! Medyada dolaşan bir kısa görsel seyrettim. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hazırlamış. Denizlerimizdeki istilacı türleri ve sakıncalarını konu alan[1]. Ellerine sağlık, ama insan “önce bilgi, eğitim” demeden geçemiyor. Video konteyner yüklü bir geminin görseli ile başlıyor. Tam yüklü, denizleri yara yara üzerimize gelen. Ardından geminin demir loçalarından akan sular! Bildiğim kadarı ile demir atarken ve alırken oluşan sürtünme dolayısı ile hem zincir, hem de loçalarda yüksek sıcaklık oluşur. Bu durumun engellenmesi ve malzemeye zarar gelmemesi için soğutma uygulanır. Bu da ısınan bölgelere su verilerek sağlanır. Bu su pompa vasıtası ile bulunulan mevkiden alınır ve loçalardan tekrar geri basılır. Söz konusu su bir miktar ısınsa da, geminin bulunduğu ortamın özelliklerini taşır. Hiçbir gemi zincir ve loça soğutmak için gerekli suyu depolamaz, binlerce mil boyunca taşımaz! Sanırım burada balast sularına atıfta bulunulmuş olsa gerek! Ancak, unutulmamalıdır ki her mesajın bir hedef kitlesi olması gerektir. Burada eğer hedef Ayşe teyze veya Ahmet amca ise; onlar bu görüntüye bakıp her demirleyen, loçasından sular akan gemi gördüklerinde Sahil Güvenliğe telefon edip şikâyette bulunacaklardır! Yok, eğer hedef kitle konu ile uğraşanlar ise; onlar da yukarıda belirtilen sebeplerden işi ciddiye almayacaklardır! Neyse biz görselimize dönelim. Görselde objektif suya dalar ve Aslan balığı, Balon balığı! Buradan itibaren dış ses de konuya açıklık getirmeye, istilacı türlerin ne mene bir tehdit olduğunu, yerli türlere nasıl zarar verdiğini anlatmaya başlıyor. Konu balast suları ve yine bir geminin demir loçalarından akan sular! Görselde, kronolojik sıra ile sularımızdaki istilacı türler 80’li senelerden başlamak üzere anlatılıyor. Taraklı denizanası ve Rapana. Taraklı denizanasının hamsi popülasyonuna ve Rapana’nın midyeler üzerine etkileri. Bunlar 80’li senelerin ürünleri bildiğimiz ilk istilacılarımız. Ancak unutulmamalıdır ki, Rapana bir nimet olarak kabul edilmiş, senelerce yoğun şekilde ihracatı yapılmış, idare bu türü “nesli tehlike altına girmesin” diye kontrol altına almıştır. Rapana için sirküler ve tebliğlerde avlanma sezonları, boy yasakları getirilmiş, bazı kritik nüfusa sahip(!) bölgeler koruma amaçlı olarak avcılığa kapatılmıştır. Hâlihazırda da bu durum devam etmektedir. Aynen perhiz-lahana turşusu misali! Buradan doğal olarak baş suçluya geçiyoruz “Küresel iklim değişikliği”. Akdeniz ve uzantısı olan Ege Denizi’ni bir kenara bıraksak bile, iç deniz niteliğindeki Karadeniz ve özellikle de Marmara Denizi genelinde yaşanan dramatik tür erozyonundan ve gerçek sebeplerinden bahseden yok! Şöyle örnek verelim; bir kenti boşalttığımızı, içinde yaşayanlar ile ilgisini kestiğimizi düşünelim. Ancak kentin tüm olanakları yerinde olsun, sadece içinde yaşayan ortamı sahiplenecek canlılar olmasın. Belirli bir süre sonra bu alanın başka canlılar ile dolmaya başladığını görürüz. Bitkiler, kuşlar, memeliler, hatta yeni insanlar. Diğer denizlerde olduğu gibi Marmara Denizi ve Karadeniz’de de yaşanan budur. Yerli türler hızla erozyona uğramakta, rekabet şartları değişmekte, ortam bu yeni duruma uyum sağlayabilecek yeni türler için bir cennet haline gelmektedir. Bu iki denizimiz 80’li senelerden beri sistematik olarak kirletilmekte, kirlenmeye dayanamayan türler ya ortamı terk etmekte veya yok olup gitmektedir. Mevcudiyetini sürdürebilen türlerin rekabet şartlarının değişmesinden dolayı nüfusları geçici olarak çok büyük miktarlara ulaşmaktadır. Bu olgu ticari önemi olan türlerde gözlendiğinde, aşırı avcılık kuralları işlemekte ve avcılık ile ilgili düzenlemelerin yetersizliği ve bilimsel temele oturmaması sonucu, bu durum söz konusu tür ticari önemini kaybedene kadar devam etmektedir. Önlem ise, nadiren ve genelde iş işten geçtikten sonra alınmaya çalışılmaktadır. Dostlar alışverişte görsün misali! Gerçekte denizlerimizde yaşanan budur. 80’lerden bu yana, Marmara Denizi’nde 125 ticari öneme sahip balık ve 17 diğer suürünü ticari değerini kaybetmiştir. Karadeniz’de ise 26 ticari öneme sahip balık 7 diğer suürünü ticari önemini yitirmiş, en önemli tür olan Hamsi balığı çok ciddi tehlike altına girmiştir. Hamsi plankton ile beslenen süzücü bir balıktır. Eğer ortamda olması gerektiği kadar yoğun bir hamsi nüfusu olsaydı, larva evresinde planktonda yer alan taraklı denizanaları zamanında bu kadar rahat çoğalabilir ve baskın hale gelebilir miydi? Bu da başka bir ikilem! Ya da, 1989–1990 yıllarında hamsi stoklarında taraklı denizanaları dolayısı çok ciddi bir düşüş sebebi ile 2 sene hamsi avcılığının yapılmaması ve sonucunda bu tehdidin ortadan kalkmasına ne demeli? Biz dönelim filmimize. Görselde Süveyş Kanalı ve etkileri ve istilacı türlerin Akdeniz ile buluşması konu edilirken, vitrindeki tür olan Aslan balığı ile ilgili bir ifade dikkatimi çekti. “Bu istilacı balığı yerli türümüz Orfoz’un avladığını görmek, ekolojik denge açısından umut verici” cümlesi sanki yukarıda belirttiğim ikilemin doğrulaması gibi! Belki de yeterli ve efektif düşmanları olsaydı, bu sorunu yaşamayacaktık gibi! Orfoz, Akdeniz’in en zor üreyebilen, tek bir bireyinin bile avlanmasının popülasyona ciddi etkilerinin olduğu nadide bir balık. Uzunca bir süre her boyun avcılığı serbestken, sonrasında 45cm altı boyların avlanması yasaklanan ve 1 Eylül 2016 sonrası avcılığı tamamen yasak olan türler arasına giren 12 yaşı sonrası ancak üreyebilen bir balık Orfoz. Diğer istilacı türlerden olan Nil barbunya balığı ve Paşa barbunyası balığı (Barbun diye bir balık yok, esası Barbunya) ise aynen belirtildiği gibi Rapana’nın kaderini paylaşıyorlar, yeni bir ticari meta olarak! Bu arada da belirtmeden edemeyeceğim. Yine görselde yer alan “Guruplar halinde yaşayan Kedi balıklarının(!) pektoral ve dorsal yüzgeçleri zehirli bir omurgaya sahip” cümlesinden bir şey anlayamadım! Benim bildiğim Kedi balığı, köpek balıklarından bir tür. Videodaki balıkla da alakası yok! Dahası pektoral (göğüs) yüzgeç ve dorsal (sırt) yüzgeç nasıl olur da bir omurgaya sahip olur? Evet, görselin sonunda belirtilen “denge gezegenin ilk koşulu” ve “insanlık bunu sağladıkça var olacak” betimlemelerine katılmamak elde değil. Katılmadığım, 80’li senelerde icat ettiğimiz(!) ve her kötü şey gibi anında yayılan bir uygulama olan Derin Deniz Deşarjı ile kirlettiğimiz denizlerimiz. Deniz canlılarının yok oluşları ve kaybettiğimiz değerler göz önünde dururken ve hatta derin Deniz Deşarjı adı altındaki garabet halen uygulanırken, sorunun odağının kurutulması yerine, sorunu maskeleyecek mazeretler üretmeye gösterdiğimiz çaba. Doğal denge ile ilgili, toplum yararına olacak her tür girişimde, isterse bu Marmara Denizi kıyılarına kurulacak termik santral, ister İstanbul Metropolü’nün atık veya kullanma suyu projeleri isterse de Karadeniz’e akan derelere konuşlandırılacak HES’ler olsun, insanında üyesi olduğu çevreyi olabildiğince koruyacak, tür çeşitliliğini etkilemeyecek bir çevre etkileşim değerlendirmesinin yapılması zorunludur. Ancak, bu değerlendirmenin her türlü siyasal, ekonomik ve de genellikle olduğu gibi gerçekten komik etkilerden uzak hazırlanması ve geniş bir çevre ortamında ve art niyet güdülmeksizin tartışılması gerekir. Toplumun bugünü olduğu kadar geleceğini de yakından ilgilendiren bu çeşit uygulamaların, 10–15 kişilik ve çoğunluğu da konudan bihaber bir ortamda "al gülüm ver gülüm" misali pişirilip kotarılması kim bilir daha ne çapta etkilere neden olacaktır. Gerçek, tartışmaya ve kamuya açık bir çevre etkileşim değerlendirmesi, yalnızca insanoğlunun değil, aynı zamanda doğanın gereksinimlerini de eşit ölçülerde ele aldığı derecede, doğaya ve topluma yararlı bir denge kurulmasına neden olabilir. İstanbul, 06/02/2021 M. Levent Artüz
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |