| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
İzmit Körfezi Balık Ölümleri 3... M. Levent ARTÜZİzmit Körfezi Balık ölümleri serisinin son bölümü... İzmit Körfezi Balık Ölümleri 3
Bilindiği gibi, İzmit Körfezi kıyılarında, Değirmendere sahil şeridinde ilginç bir olay yaşanmıştır. Marmara Denizinde meydana geldiğini çeşitli vesilelerle vurgulamaya çalıştığım kirlenme kökenli çevreyle ilgili değişikliklere çarpıcı bir örnek oluşturan bu durum balık ve diğer deniz canlıları ölüm olayını yaratabilecek şu olasılıkları gündeme getirmiştir: Buna göre; — Olayın gözlendiği tüm su kütlesini etkileyecek bir zehirli (toksik) maddenin varlığı, Suya zehirli bir maddenin karışması ve deniz canlılarında gözlenen kütlesel ölümün bu nedene dayandığı varsayımı, olayın çok geniş bir alanda meydana gelmiş olması, ölümcül etki yaratabilecek zehirli madde miktarının tonlara varmasını gerektirmektedir. Çeşitli kuruluş laboratuarlarında su örnekleri ve balıklar üzerinde yapılan analizlerde her hangi bir zehirli maddeye rastlandığı bildirilmediği gibi, ölü ve baygın balıkları yiyen martılar ile çevre halkının etkilendiğine, etkilenmiş olduğuna bağlı bir olguya da rastlandığı bildirilmemiştir. Böylece bu varsayım kendiliğinden ortadan kalkmıştır. — Sedimanda biriken yılların kirliliğinin esen sert rüzgârlar ile hareketlenmesi sonucu tüm su kütlesini etkilemesi, Evet, İzmit Körfezi de dahil olmak üzere, Marmara Denizi genelinde dip çökellerinde hapsolmuş çok ciddi miktarda kirletici unsur bulunmaktadır. Dipte bulunan bu çökel madde eğer kuvvetli poyraz rüzgârları ile “kabarmış” olsa bile, körfez genelinde batı yönlü hareket kazanacak, yüzey sularının yerini dolduracak alt su akıntısı ise bunun tam tersi yönlü olarak hareket edecek ve söz konusu süspansiyon(*) maddeleri Marmara Denizi yönünden, körfez yönüne taşıyacaktır. Ayrıca körfezin yüzey alanı düşünüldüğünde 40 km civarında kaydedilecek poyraz rüzgârı en fazla 10–12 m derinliklerde ortalığı bulandıracak etkiye sahip olacaktır. Bu durum ancak yakın zaman önce Marmara Denizi’nde bulunan süspansiyon maddenin, Marmara Denizi yönünden körfez yönüne taşınımı şeklinde açıklanabilir. Bunu bir örnek ile açmaya çalışalım; mesela, batı doğrultusunda, körfez ağzına yakın bir noktaya tüm su kolonunu etkileyecek bir unsur boca edelim. Örneğin bu bir derenin kokuşmuş balçığı olsun. Bu maddeyi denizin derin bir yerinde yüzeyden bırakalım ki çökerken su kolonu içinde daha fazla yol kat etsin. Parçacıklarının büyüklüğüne göre aynen bir çan şeklinde, mümkün olduğunca geniş bir alana dağılarak etkili olsun. Sonra da bu su kütlesini poyraz rüzgârları ile körfeze dolduralım. Bu çok ufak parçacıklar da burada yavaşça çöksünler. Çökerken de gerek eriyerek, gerekse doğrudan okside olup, ortamdaki oksijeni tüketsinler. Bu durum, yani yüzeyden bırakacağımız süspansiyon madde, aynı rüzgâr kuvveti ile 10–12 m derinlikteki süspansiyon maddenin “kabararak” su kütlesini etkilemesinden çok daha etkili olacaktır ve derinlikleri ne olursa olsun, tüm su kütlelerini etkileyecektir. Bu durum ancak, yukarıda belirtilen şartlarda bir müdahale ile olasıdır. Yine bu durum son dönemde (7–9 Ocak; 31 Ocak 12 Şubat; 9–12 Nisan; 19–22 Haziran; 18–23 Temmuz; 2–12 Ağustos dönemleri ile 2014 senesinde 1–20 Temmuz tarih aralıklarında) tamamen aynı yön ve hıza sahip rüzgârların esmesine rağmen, neden bir ölüm olayı yaşanmamıştır? sorusunu da gündeme getirmektedir. Daha yalın bir tanımla; dipten kabaran kirletici çökel yerine yüzeyden derin bir bölgeye boca edilecek çökel, su kütlesinde daha etkili olacaktır. Acaba yaklaşık 1.5 ay önce bu tür bir olay gerçekleşmiş midir? — İster kirlenmenin eksponensiyel (üstel) artışı olsun, ister son zamanlardaki ek bir faaliyete dayalı olsun, yani kökeni ne olursa olsun, durum tamamen denizdeki canlıların boğularak ölmesi olayıdır. Organik materyalin oksidasyonu ve bunun sonucu olarak, bu materyalin içerdiği besleyici tuzların (Nitrat, Nitrit, Fosfat) serbest hale geçişi ve biyokimyasal çevrimdeki yerlerini alışı, fotosentetik bölgenin altındaki ışıksız (afotik) bölgede gerçekleşir. Bu tuzların fotosentetik bölgeye ulaşması ise, suyun fiziksel karışımı ile sağlanır. Bu olaylar turbulans ve konveksiyon hareketleri ile oluştuğu gibi, karışımın meydana getiren etkenlerden birisi de, bir tür dikey karışım şekli ve kıyısal bölgelerde etkili olan upwelling (**) olayıdır. Normal şartlarda upwelling fotosentetik bölgenin altında biriken organik maddelerin ayrışması ile açığa çıkan besleyici tuzları, oksijence zengin fotosentetik alana taşıması nedeni ile biyoproduksiyonu arttıran, ekolojik açıdan "pozitif" bir denge unsurudur. Marmara Denizi’nde olduğu gibi, içersine sürekli olarak organik madde deşarj edilen kapalı havzalarda, bu organik maddeleri okside edecek miktarda oksijen bulunmaması ve mevcut oksijenin de organik maddelerce oksidasyonda kullanılması sonucu oluşan oksijence çok fakir suların dip yapısını etkilemesi ve bir upwelling oluşumu ile yüzeye yükselmesi ile tüm su kütlelerini etkilemesi, ekolojik açıdan "negatif" bir etken olarak kabul edilir. Bu durumda söz konusu ortamda geriye sadece organik madde bakımından aşırı yüklenmiş (ötrof) bir su kütlesi kalacaktır. Oksijensiz (anoksik) ortamlarda yaşamlarını sürdürebilen bakteriler dışında tüm canlılar oksijene gereksinim duyarlar. Su ortamında yaşayan organizmalar suda çözünmüş oksijen (DO = Dissolved Oxygen) yoğunluğuna bağlı olarak yaşamlarını sürdürebilirler. Suda yaşayan organizmaların tüm fizyolojik faaliyetlerini normal olarak sürdürebilmesi için, en az 5mg/l oksijene ihtiyaç vardır. Pek çok canlı türü, 3.5 mg/l ye kadar çözünmüş oksijen içeren sularda üreme, beslenme, hareket gibi başlıca fizyolojik faaliyetlerinden bir veya bir kaçını durdurarak yaşamlarını sürdürebilirler. Buna karşın, 3.0 mg/l DO altında özellikle balık, yengeç, karides, istakoz vb. canlılar, oksijen azlığından yaşamlarını yitirirler. Midye, istiridye vb. yumuşakçalar ise, bir iki günlük sürelerde, 1mg/l dolayındaki sularda, tüm fizyolojik faaliyetlerini yavaşlatarak, bu ölümcül şartlara karşı direnebilirler. Ölümlerin yerleşik ve ağırlıkla dibe bağımlı canlılarda gözlenmesi, bize pelajik formların bölgeden uzaklaştıkları izlenimini vermektedir. Bu da zaten kirlenmeye bağlı olarak Marmara Denizi genelinde yaşanan temel sorun olarak dikkat çekmektedir. Su organizmaları suda çözünmüş oksijen ile solunumlarını gerçekleştirirler. Deniz ortamına DO, öncelikle yüzey tabakalarının dalga ve akıntı hareketleri sonucu, atmosfer ile madde alışverişi ve sudaki fotosentez yapan bitkisel organizmaların ürettikleri oksijen ile ve termodinamik karışım süreçleri yolu ile sağlanır. Oksijenin sudaki çözünürlüğü ise, bir taraftan suyun sıcaklığına, diğer taraftan klorinite (Cl) veya salinite (Sal) olarak ifade edilen tuzluluğuna bağlıdır. Bu türden deniz canlılarının büyük çaplı ölümleri ne yazıktır ki son 30 senedir Marmara Denizi’nin birçok bölgesinde süregelmektedir. Tek ve geçerli sebebi de Marmara Denizi genelinde günden güne artan kirlilik yüküdür. Bu duruma farklı bir kulp arama çalışmaları, kot taşlamada çalışan ve günde beş paket sigara içen bir kişinin akciğer kanserinin sebebi için, altta yatan farklı etmenleri aramak misali bir eylem gibi gözükmektedir. M. Levent Artüz
(*) Çok küçük parçacıklara ayrılmış olan katı parçaların bir sıvı içerisindeki dağılımı. (**) Upwelling: denizlerde suyun dikey hareketidir. Bu durum temel (esansiyel) besin elementlerini (nitrat, fosfat gibi) öfotik zona taşır. Böylece bitkiler bu temel besin maddelerini kullanarak organik materyal üretirler.
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |