| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Tuna Nehri Akmam Diyor!... M. Levent ARTÜZGelin biz yine Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni nasıl kirlettiğini anlamaya çalışmaya devam edelim; Tuna Nehri Akmam Diyor!
Tuna Nehri, Güney Almanya’da, Almanya’nın Baden-Württemberg Eyaleti’nde, Kara Orman’da, Konstanz Gölü’nün (İsviçre) 60 km batı-kuzeybatısında Breg ve Brigach ırmaklarının birleşmesiyle oluşur. Uzunluğu 2.850 km, akaçlama havzası 828.800 kilometrekaredir. Yaklaşık 200 km3 getirdiği su miktarı ve toplam gelen su miktarının %57.5’ini oluşturması ile Karadeniz’e dökülen nehirlerin en önemlisidir. Tuna Nehri gerek doğduğu, gerekse Karadeniz’e ulaştığı yer bakımından topraklarımızın dışında kalmaktadır. Bu nedenle her ne kadar Karadeniz su kütlesini bu denizi çevreleyen ülkeler ile beraber kullansak da, bu nehir için “dış kaynak” tanımından yararlanabiliriz! Gerçekten de uzunca bir süredir bazı çevrelerce Tuna Nehri, Marmara Denizi’nin kirliliğinin sorumlusu gösterilmektedir. Bu bağlamda kaynağı da topraklarımız dışında kalan bu nehir zaten bir kirlilik müsebbibi dış kaynak olarak nitelenmektedir. Tuna Nehri bu durumu bilir mi bilmem, ancak daha açık bir tanım ile Marmara Denizi, gerçekte bizim tarafımızdan değil, Tuna Nehri’nin Karadeniz’e dökülen kirli sularının Marmara Denizi’ne ulaşması sonucu bu günkü halini almıştır. Yani bu nehir olmasaydı veya temiz aksaydı, bizler Marmara Denizi’nde bu vahim durum ile karşılaşmayacaktık. Diğer bir deyişle, Marmara Denizi’ndeki bu vahim durum bizim değil dış güçlerin işidir. Hatta bu konunun vahameti (!) ele alınarak Marmara Belediyeler Birliği bir çalıştay düzenlemiş, konu ile ilgili bildirileri kitap haline bile getirmiştir[1]. Söz konusu bildiriler kitabının “Sunuş” bölümünden ana konunun “Almanya’dan doğan ve yaklaşık 3 bin km yol kat ederek neredeyse tüm Güney Doğu Avrupa’yı geçip Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri yüzey akıntısı ile kirlilik tehdidi oluşturmaktadır” cümlesi ile yukarıda bahsettiğim “dış tehdit” olduğunun vurgulanması amaçlanmaktadır. Ancak, ne gariptir ki söz konusu kitabın içinde yer alan bildirilerden hiçbirisi bu tezi, yani Marmara Denizi’nin Tuna Nehri tarafından kirletildiği tezini ya gündeme getirmemekte ya da tam tersini savunmaktadır. Yalnız atlanmaması gereken; söz konusu kitabın “sunuş” bölümünün sonrasında yer alan açılış konuşmalarında “Marmara Denizi’nin Tuna nehri tarafından kirletilmesi” konusunun ön planda olması çalıştayın konusu ile müsemma olsa gerektir. İşin bilimsel yanına gelindiğinde; İlk makale Tarkan Erdik, Olgay Şen, İzzet Öztürk’e ait “İstanbul’un Avrupa Yakasına Bir Kanal Açılması Durumunda İlave Debi Geçişleri” isimli, kapsamlı makale olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak söz konusu makalede ne Tuna Nehri ne de Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni kirlettiği ile ilgili bir bilgi mevcuttur. Hatta ilginçtir Sayfa 31 sonunda bulunan “… Ancak, kuvvetli Güney-Güneybatı (Lodos) rüzgârları, Karadeniz sularını zaman zaman bloke etmektedir. … Benzer şekilde, kuzeydoğu rüzgârları da, Marmara akıntılarını bloke etmekte ve bütün kesit Karadeniz sularını taşımaktadır” ifadesi de, Marmara Denizi’ne yapılan ve yapılacak Derin Deniz Deşarjlarının umulduğu gibi (!) Karadeniz’e ulaşmayıp Marmara Denizi’ni kirlettiğinin açık bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak her ne kadar çalıştay konusu “Marmara Denizi’nin Tuna nehri tarafından kirletilmesi” olsa da, anlaşıldığı kadarı ile bu zorlama tanım bile Marmara Denizi genelindeki pisliği örtmeye yetmemektedir. Makalelere devam edildiğinde ICPDR – Uluslar arası Tuna Nehri Koruma Komisyonu genel sekreteri Ivan Zavadsky’nin İngilizce sunumu içersinde “ICPDR’nin Tuna Nehri ve Havzasına ilişkin faaliyetleri” hakkında bilgi verilmektedir. Metin incelendiğinde Tuna Nehri’nin Karadeniz ve dolayısı ile Boğaziçi yolu ile Marmara Denizi’ne etkisi konusunda bir bilgi bulunmadığı gibi, metin genel anlamda Tuna Nehri’nin temizliği konusunda yapılanlar ve bu yapılanların gönümüzde nasıl başarılı olduğu konusunda gelişmektedir. Devam edecek olursak; sıradaki Avusturya Kamu Hizmetleri ve İşletmeleri Birliği yönetim Kurulu Başkanı Heidrun Maier-de-Kruijff ve devamında STCM – Sırbistan Şehirler ve Belediyeler Birliği Şehir Planlama ve Çevre Daire Başkanı Miodrag Glusceviç “Konsey direktifleri doğrultusunda kentsel atıksu arıtımı konusunda AB standartlarına ulaşmak amacı ile ülkelerinde uygulanan yöntemler”in anlatımını makale olarak sunmuşlardır. Bu sunumlarda da Marmara Denizi’nin Tuna Nehri yolu ile kirletildiği ile ilgili bir bulunmamaktadır. Yine de, merek edenler “Konsey direktifleri doğrultusunda kentsel atıksu arıtımı konusunda AB standartlarına ulaşmanın” ne olduğunun özetini bu makaleden öğrenip, başta İstanbul kenti olmak üzere Marmara Denizi’ni çevreleyen yerleşimler ile karşılaştırıp, Marmara Denizi’ndeki kirlenmenin ana nedeni hakkında fikir sahibi olabilirler. Söz konusu yayın kapsamında devam eden kapsamlı makale Büşra Çiçekalan ve İzzet Öztürk imzalı “Tuna’nın Marmara Denizi Üzerindeki Hidrolik ve Organik Yük Baskıları” adlı çalışmasıdır. Söz konusu çalışma ağırlıkla su bütçesi üzerinden yürütülmüş olup, 2.2. bölümde “Kirlenme Seviyesi ve Tuna’nın Rolü” adlı bölümde, Karadeniz açısından Heidrun Maier-de-Kruijff ve Miodrag Glusceviç anlatımlarına paralel olarak kirlenme yüklerinin 1979-1980 senelerine oranla çok büyük oranlarda azaldığı dile getirilmektedir. Buna göre, söz konusu bölümde “Karadeniz’in kirlenmeye karşı korunması faaliyetleri dolayısıyla 2003-2005 döneminde yapılan izleme çalışması sonuçlarına göre, Tuna’nın Karadeniz’e gelen nehir bazlı TIN* ve PO4-P** yüklerindeki payı ~%50’ye gerilemiştir” denmektedir. Her ne kadar değerler Karadeniz için verilmiş olsa da, aynı dönem Marmara Denizi genelinde kirliliğin artış oranına bakıldığında, belirtilen durumun tam tersi olarak yıllar bazında bir artışın olması oldukça düşündürücüdür! Bu bağlamda söz konusu makalenin “5. Sonuç” bölümünde “Marmara’yı kirleten ve alt tabakada aşırı çözünmüş oksijen tüketimine yol açan etkenler arasında, başta Istanbul olmak üzere Marmara Havzasındaki kentsel ve endüstriyel atıksu arıtma tesisi deşarjları öne çıkmaktadır.” ifadesi esasında her şeyi açıklamaktadır. Gelin biz yine Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni nasıl kirlettiğini anlamaya çalışmaya devam edelim; Söz konusu yayında bir sonraki makale Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Havza Planlama Şube Müdür Vekili Burhan F. Çankaya’a ait “Türkiye’de Bütünleşik Havza Yönetimi Kapsamında Marmara Havzası ve İlişkili Meriç-Ergene Havzasının Baskı ve Etki Değerlendirmesi” ve sırası ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Deniz ve Kıyı Yönetimi Dire Başkanlığı Şub Müdürü Harun Haşimoğlu’na ait “Marmara Denizi’nde Dip Tarama Malzemesinin Çevresel Yönetimi” isimli makale olarak karşımıza çıkmakta. Konumuz Dünyanın en kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin tüm kirletici unsurlarının kuşaklama kolektörleri ile toplanarak Tekirdağ önlerinden 4500m açığa, 47.5m derinliğe basılacak olması ve bunun Marmara Denizi genelinde akıl hayal almayacak felaketlere sebep olacağı gerçeği olmadığından, bu makale içersinde konumuz ile ilgili “Tuna’dan gelen kirliliğin %50 sinin Marmara Denizi’ne ulaştığı” yönünde hiçbir referans gösterilmemiş ve hangi bulgulara dayandığı meçhul bir ibarenin dışında bir bilgi bulunamamıştır. Harun Haşimoğlu’na ait makalede ise, dip tarama malzemelerinin deniz ortamında verdiği zararlar irdelenmekle birlikte, yine çalıştayın konusu yani “Marmara Denizi’nin Tuna yolu ile kirletildiği” savı ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Buna mukabil, dip tarama malzemelerinin Marmara Denizi’nde en az zarar(!) ile deniz ortamına bırakılması/bırakıldığı ilgili öneri ve bilgiler yer almaktadır. Sırası ile bir diğer kapsamlı makale, TUBİTAK-MAM, Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü, Başuzman Araştırmacı Doç Dr. Çolpan Polat Beken’e aittir. “Marmara Denizi’nin Mevcut Kirlilik Durumunun Tarihsel Süreci” bu makalede her ne kadar tarihsel süreç ele alınsa da, milat olarak “İstanbul Kanalizasyon projesi” uygulamaları sonrası, hatta bu uygulamaların tüm Marmara Denizi’ne örnek(!) olup yaygınlaşması sonrası süreç ele alınmıştır. Söz konusu makalede de Karadeniz kökenli kirliliğin son 10-20 senede yarı yarıya ve hatta daha fazla azaldığı ancak Marmara Denizi’ndeki kirliliğin artış gösterdiği vurgulanmaktadır. Makalede özellikle “yetersiz arıtılan”, “kontrolsüz” derin deniz deşarjlarının etkleri, özellikle de çözünmüş oksijen düşüklükleri dolayısı ile biyoçeşitliliğe etkileri oldukça düşündürücüdür. Konumuza gelindiğinde ise; aşağıdaki paragraf oldukça düşündürücüdür. “Ancak, Karadeniz girdilerindeki azalmanın olumlu etkisi Marmara Denizi’nde gözlenmemiş, özellikle alt tabakadaki oksijen değerleri doğu baseninde tamamen tükenme aşamasına kadar gelmiş (ÇSB ve TÜBİTAK-MAM, 1917 a, b), iz seviyelerde hidrojen sülfür birikiminin dip sularda gözlendiği (ODTÜ-DBE yayımlanmamış verileri ile) belirtilmiştir. Ayrıca, hem artan alt su akımı, hem derin deniz deşarjlarından Boğaz alt sularına verilen düşük arıtım seviyeli evsel atıksular, Karadeniz’e taşınan fosfat miktarında artışa sebep olmaktadır.” Yani Tuna Nehri’nin Marmara Denizi’ni kirletmesi bir yana, anlaşılan Marmara Denizi hiç değilse fosfat yükü bakımından Karadeniz’i etkiler duruma gelmiş gibi gözükmektedir! Takip eden makaleler ise; İstanbul Üniversitesi, Su bilimleri Fakültesi Deniz Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. D. Gülşen Altuğ’a ait “Marmara Denizi’nde Bakteriolojik Riskler ve Fırsatlar; İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Alişan Koyuncu’ya ait İstanbul’da Atıksu Yönetimi”; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı prof. Dr. Fuat Alarçin’e ait “ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Marmara Denizi Kentsel Kirlilik Önleme Faaliyetleri”; Bursa Büyükşehir Belediyesi Sahil Hizmetleri Dairesi Başkanı Hakan Bebek’e ait “Bursa Büyükşehir Belediyesi & Buski Marmara Denizi Kentsel Kirlilik Önleme Faaliyetleri”; TESKİ çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Sema Kurt’a ait “Tekirdağ’da Marmara denizi Kentsel kirlilik önleme Faaliyetleri” ve İSU Atıksu Arıtma Daire Başkanı Ünal Bostan’a ait “İzmit Körfezi Kirlilik Önleme ve Atıksu Arıtma Çalışmaları” adlı çalışmalardır. Söz konusu çalışmalarda da “Tuna Nehrinin Marmara Denizi’ni kirlettiği” ile ilgili tek bir veri veya söz bulunmamaktadır. Söz konusu kitapta son bölüm Marmara Denizi çalıştaylarına ayrılmıştır. Aradığımızı bulabilmek ümidi ile bir de bu bölüme kısaca göz atalım; Çalıştay 1: Marmara Denizi’nde kirlilik ve kirliliğin azaltılmasına yönelik gelecek projeksiyonları. Söz konusu çalıştay raporuna göre; “Çalıştay katılımcıları öncelikle Marmara Denizi üzerindeki kirletici baskılarının kaynaklara göre kategorilendirilmesi gerektiğine inanarak, mevcut ve olası kirletici kaynaklarını 9 farklı kategoride incelemişlerdir.” Sınıflandırmaya göre bu yazının kapsamı dâhilinde bizi ilgilendiren madde 6. Sınır aşan kirlilik olsa gerektir. Diğer maddeler Marmara Denizi ve çevresi odaklı unsurlardan oluşmaktadır (Kentsel atıksular, Zirai atıkları vb.). söz konusu 6. Madde altında ise sadece şu cümle yer almaktadır; “Sınır aşan kirliliğe ilişkin izleme, önleme ve denetim konusunda bölgesel işbirliğinin bölgesel deniz sözleşmeleri kapsamında geliştirilmesi gerekmektedir” ben bu cümleden; Marmara üst akıntısı ile kirlettiğimiz Ege Denizi ve alt akıntıyı konveyör olarak kullanma çabası ile derin deniz deşarjlarından kaynaklanan ve bizim tarafımızdan oluşturulup etrafa yaydığımız kirlilik ile mücadeleyi anlıyorum. Ancak burada da Tuna Nehri kökenli bir kirlilik ile ilgili ima bile bulamıyoruz. Çalıştay 2: Marmara Denizi’nde tür çeşitliliğinin tarihsel süreci ve geleceği. Söz konusu çalıştay raporunda da konumuz ile ilgili bir unsur yer almamaktadır. Çalıştay konusu “tarihsel süreç” olmasına rağmen, örneğin 1980 senesinden günümüze tür çeşitliliğinde değişiklikler olup olmadığı hakkında bir çalışma temeli bulunmamaktır. Burada dikkat çeken maddelerden biri “Marmara Denizi’ne yapılan derin deniz deşarjlarının ayrı ayrı takip edilmesi, bu deşarjların deniz ekosistemi üzerine etkilerinin mevsimlik olarak araştırılması gerekmektedir” cümlesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Gerçekte yapılan tüm deşarjlarda gerek ÇED raporlarında gerekse taahhütnamelerde standart olarak “Deşarjın faaliyete geçtikten sonra etki alanının düzenli olarak izleneceği” ile ilgili ibare bulunmaktadır. Bu sebeple günümüzde yapılan bir çalıştayda derin deniz deşarjları literatürümüze gireli yarım Asır’a yakın bir süre geçmişken, öneri olarak böyle bir maddenin bulunması oldukça şaşırtıcıdır! Çalıştay 3: Marmara Denizi için ulusal yönetim stratejileri ve uluslararası politikalar. Söz konusu çalıştay özetinde anlaşıldığı kadarı ile Marmara Denizi genelinde Belediyelerin de işin içinde olduğu ulusal bir yapının oluşturulması önerilmektedir. Bu bağlamda da çalışma guruplarının teşkili ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Bu kitapta bile tüm makalelerde belirtilen derin deniz deşarjlarının Marmara Denizi’ne zararlarının ağırlıkla hangi kurum ve kuruluşlarca yapıldığı düşünülecek olursa, zaten işin içinde olan Belediyelerin belki de bu konuda dışarıda kalmaları daha evla olacaktır. Söz konusu çalıştayın isminde “uluslararası” kelimesi geçse de, yazılı özette yer alan konumuz ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Son bir umut olarak kitapta yer alan ve yarışmada ödül alan fotoğraflara da bakıldığında Tuna Nehri ile ilgili bir bilgiye rastlanamamıştır. Ancak kitabın en baş bölümünde bulunan ve sanki başka bir çalıştay ve sempozyuma aitmiş gibi beyaz yazı tipi ile parlayan “Her ne kadar bir iç deniz olsa da Marmara Denizi’nin sınır aşan kirlilik tehditleri ile de karşı karşıya kalması sonucu II. Marmara Denizi Sempozyumu’nun Tuna - Karadeniz - Marmara ilişkisine odaklanmıştır. İlk defa uluslar arası çapta gerçekleştirilen Sempozyum’a ICPDR ve NALAS gibi çok etkili uluslar arası organizasyonlar katkı sunmuştur. Bu katkılar ile Sınır Aşan Etkiler, Marmara Denizi’nin Tarihsel Değişimi ve Kentsel Kirlilik Kontrolü tüm paydaşlarla birlikte masaya yatırılmıştır” şeklindeki paragraf, kitap detaylı incelendiğinde oldukça farklı bir anlam kazanmaktadır.
Karadeniz’deki kirlenmenin gereği gibi ciddiye alınmamasının önemli bir nedeni Karadeniz’in 180-220m den daha derin sularının zehirli hidrojen sülfür içermesi ve buraların belirli mikroorganizmalar dışındaki canlılara yaşam olanağı vermemesi, dolayısı ile Karadeniz’e bırakılacak atıkların bu deniz genelinde etkili olamayacağı görüşünün yaygın oluşudur. Ne yazıktır ki, aynı yanlış düşüncelerin sonucu olarak İstanbul Metropolü’nün evsel ve endüstriyel atıklarının uzaklaştırılması da, atıkların bu ölü deniz çukuruna aktarılması prensibine dayandırılmaktadır. İstanbul’dan bırakılan bu atıkların büyük bir bölümü Marmara’ya geri dönüyor olsa da, Karadeniz eşiğini yalayarak Karadeniz çanağına geçecek miktarın dahi, Karadeniz’i olumsuz etkileyeceği muhakkaktır. Yine ne yazıktır ki, yakın bir gelecekte sayılı kirli akarsulardan biri olan Ergene Nehri de, derin deniz deşarjı yolu ile (Karadeniz’e ulaşması umudu ile!)Marmara Denizi’ne basılacaktır. Bu durumda acilen “suç kaynağı” olarak Tuna Nehri’nin yanına birkaç yeni unsur eklenmesi elzem olacaktır. M. Levent Artüz 04. Eylül. 2018
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |