| ||||||||||
| ||||||||||
| ||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
M.YAVRUTÜRK... İKİ İNSAN BİR KİTAP; AĞABABAM. Osman Akbaşak'ın, Truva Yayınlarından çıkan "Ağababa" kitabını "akraba kontenjanından" yararlanarak, matbaadan çıkar çıkmaz edinme fırsatım oldu. Daha kitabın yazılma kararından başlayarak, bütün yazılış sürecini içinden, kenarından, köşesinden izlemiş olmama rağmen kitaba dokunmak, kokusunu duymak inanılmaz heyecan vericiydi. İKİ İNSAN BİR KİTAP; AĞABABA
M. Osman Akbaşak'ın, Truva Yayınlarından çıkan "Ağababa" kitabını "akraba kontenjanından" yararlanarak, matbaadan çıkar çıkmaz edinme fırsatım oldu. Daha kitabın yazılma kararından başlayarak, bütün yazılış sürecini içinden, kenarından, köşesinden izlemiş olmama rağmen kitaba dokunmak, kokusunu duymak inanılmaz heyecan vericiydi.
Bir gece başlayıp, ertesi gece bitirdiğim kitapta Osman Akbaşak annesinin babası olan (benim babamın babası) "Ağababa"sını ve onun şahsında bir dönemi, o dönemin insanlarını anlatıyor. Yüzlerce olay, bir o kadar insan adeta "mühendis ustalığıyla" sanki pazıl gibi yerleştirilmiş, ortaya olağanüstü bir tablo çıkmış. Çoğunu duyduğum, gördüğüm, bildiğim, tanık olduğum olayları, yerleri, kişileri yeni(den) duyuyor, görüyor, öğreniyor gibi oldum.
Aslında Ağababanın şahsında "bizim" romanımız sandığım kitap Osman’ın, beklenenin ötesindeki ustalıklı anlatımıyla "sizin" daha doğrusu herkesin romanı olmuş. Bu kitap elbette "edebi" bir eser değil. Zaten olması da mümkün değil; anlatılanların neredeyse tamamı gerçek kişiler, gerçek olaylar. Edebi gücünü, vuruculuğunu, anlatım zenginliğini "imgelemden" değil gerçeğin ta kendisinden almış. Örneğin bütün kitap boyunca tanık olduğumuz, onca çalışıp didinmesine rağmen hep sıkıntı içinde yaşayan Ağababanın, önüne serilen ikbal yollarına bakmadan, "bir lokma bir hırka" patikasında yoluna devam etmesini, hangi imgelemin gücüyle, inandırıcı bir şekilde anlatabilirsiniz?
Kitap bittiğinde saate baktım gecenin (ya da sabahın) ikibuçuğuydu. Gece saat ikibuçuk, hüzünlenmek için tek başına yeterli bir nedendir! Hüzün, gurur, onur... İnsanı insan yapan bütün duygular, elimde sevgi ve saygıyla tuttuğum kitaptan ruhuma akıyordu. Işığı kapatıp perdeleri açtım. Karşıdaki sahil yolunda ara ara geçen arabalar, karanlığa ışıktan delikler açan sokak lambaları! Ağababa ve arkadaşları doksan yıl önce yirmidört saati kararmış ülke de, aynı bu sokak lambaları gibi ışıktan delikler açmışlar, önce delikler çoğalmış sonra büyümüş, nihayetinde 30 Ağustos 1922 de karanlık boydan boya yırtılmış, 29Ekim 1923 de ise karanlıktan kalan son paçavralar da tarihin çöplüğüne gönderilmişti.
İşte bu kitabın 29 Ekim 2010 da tanıtım ve imza toplantıları yapılacak. "Tanıtım ve İmza" olanı biteni anlatmaya ne kadar yeter, bilemiyorum. Bu kitap iki kahramanın eseri. Biri tabii ki "Ağababa" Diğeri belki de unutulup gidecek bir insanı ve onun fedakâr, kahraman neslini iğneyle kuyu kazarcasına bir sabırla uğraşıp ölümsüzleştiren Osman Akbaşak. Bana göre o toplantılar tanıtım ya da imza günü kavramlarına sığmayacak önem ve büyüklükte. En yakışanı, çok gecikmeli de olsa Ağababanın şahsında o kahraman kuşağı "taçlandırma", bir nevi "taç giyme" töreni olmalı. Giyilecek tacın, asaletini, ne idiğü belirsiz aristoratlıktan değil "damarlarımızda ki asil kandan, ışıltısını ve değerini üzerindeki kıymetli taşlardan değil, vatan, millet, bayrak, cumhuriyet ve Mustafa Kemal ATATÜRK sevgisinden aldığı bir tören. Ve bu taç da Osman Akbaşak'ın başına yakışacaktır.
Taç giyme törenleri her dönem yapılan, her kula nasip olan törenler değildir. O nedenle... Kaçırmayın derim
Mehmet YAVRUTÜRK
|
İSTANBUL Hava durumu
|
||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |